27 Ağustos 2023 Pazar

 Yıldız Akkaya ve Refet S.Gürkaynak'ın "Cari açık, bütçe dengesi, finansal istikrar ve para politikası: Heyecanlı bir dönemin izi" (http://refet.bilkent.edu.tr/Akkaya_Gurkaynak_IIF_2012.pdf) başlıklı makalesinin post-Keynesyen kısa bir eleştirisi:

1-  “1980-2001 döneminde Türkiye, o dönemde de bilindiği gibi, standart bir ikiz açık ülkesiydi. Devletin bütçe açıkları ve iç tasarruf eksikliği, özellikle 90’ların ikinci yarısında, bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı olarak yurt dışından fonlanmasını zorunlu hale getiriyor, dolayısıyla bütçe açığı cari açığın temel belirleyicisi oluyordu. 2001 sonrasında bu bağın kırıldığını görüyoruz. Bu 2001 programının büyük bir başarısıdır” (sf. 98)

Bu paragrafta bir maddi bilgi hatası, bir de teorik yorumlama hatası var.

Söylenen 1980-2000 arası dönemde Türkiye tasarruf açığı vermiyordu, aksine bütçe açığı cari açığın üzerinde olduğu için özel sektör tasarruf fazlası veriyordu:


Bütçe açığı fonlanmaz, ne yurtdışından, ne de yurt içinden… Kamu harcaması, Hazine’nin bankası olan Merkez Bankası tarafından yoktan para yaratılarak finanse edilir. Kamu borcunun amacı, bütçe açığını finance etmek değil, tahvil faizlerini kontrol etmektir. İstediğiniz ülkenin verişine bakın, hiçbir ülkede hiçbir zaman bütçe açığı ile kamu borcu denk değildir. (Ayrıntılı tartışma için bkz:  https://artigercek.com/forum/kamu-harcamasi-nasil-para-yaratir-kamu-neden-harcamak-icin-vergiye-ihtiyac-duymaz-239779h )

Daha sarsıcı olan, 2012’de yazılmış bu makale, Türkiye’nin cari açığının makalede övdüğü 2001 Derviş programı sonrasında 2000 öncesindeki seviyelerinin katbekat üstüne çıktığını görmezden geliyor. (Ayrıntılı tartışma için bkz: https://artigercek.com/forum/1990lardan-2000lere-banka-reklamlarindaki-degisim-ve-para-arzinin-icselligi-257861h )

2-  „İstihdam, büyüme, gelir dağılımı gibi göstergelerin insanların refahıyla yakından ilintili olduğu, dolayısıyla iktisat politikasının konusu olmaları gerektiği çok doğru. Fakat bu merkez bankasına uzun dönemli bir büyüme hedefi vermeyi makul kılmıyor çünkü merkez bankalarının kontrol ettiği para arzı uzun dönemde sadece fiyatları etkileyebiliyor, reel değişkenleri değil (bu konuda herhangi bir iktisada giriş kitabına bakılabilir). Dolayısıyla uzun dönemde merkez bankasının ekonominin bütünü için yapabileceği en iyi şey fiyat istikrarını sağlamak ve ekonomideki aktörlerin önlerini görebilmelerine olanak vermek.” (sf. 114)

Hepsinden önce burada çok basit bir mantık hatası var:

Bu büyüme, istihdam, gelir dağılımı gibi hedefleri hangi enstrümanla sağlayacağız peki? Para politikası bunları etkileyemiyor, maliye politikasını da anaakımcılar olarak enflasyonisttir diye ve dışlama etkisi (crowding-out effect) iddiasıyla tasfiye ediliyor. Nasıl olacak o halde bu büyüme ve istihdam?

Merkez Bankalarının para arzını kontrol edemediğini, faizi kontrol edebildiğini Gürkaynak'ın vaktinde çalıştığı Fed 1990'ların başından beri kabullenmiş durumda. Kanıtı da kredi faizi ile Fed faizi arasındaki farkın 1900’dan sonra stabilleşmesidir. (Ayrıntılı tartışma için bkz: https://artigercek.com/forum/faizsiz-ekonomi-politikasi-onerisi-5-finansallasmayi-durdurmak-248066h ) Paranın kredi verildiği anda yoktan yaratıldığını Fed’in  yanısıra İngiltere ve Avrupa merkez bankaları da açıkça ifade etmişlerdir.


Aslında Çin sayesinde 1980 sonrası deneyimlediğimiz enflasyondaki düşüşün enflasyon hedeflemesi uygulamasının ve faiz artışlarının başarısı olduğu iddiası zayıftır, çünkü enflasyon temel olarak talep değil maliyet ve kar kaynaklıdır. (Ayrıntılı tartışma için bkz: https://artigercek.com/forum/faizsiz-ekonomi-politikasi-onerisi-1-enflasyon-issizlik-faiz-236704h )

3- Bu yanılgılarının temel sebebi, bankaların parayı yoktan yarattığını kavramayıp, tasarruf sahipleri ile kredi arayanlar arasında aracılık yaptığını sanmaları: “bankacılık sektörünün güçlendirilip gerçek anlamda mali aracılık yapabilir (hanehalkı tasarruflarını fiziksel sermaye yatırımlarına yönlendirebilir) hale getirilmesi” (sf. 95) (Ayrıntılı tartışma için bkz: https://gorus21.com/faizleri-piyasa-degil-merkez-bankasi-belirler/ )

 

4- “ve nihayet para politikasının hazineyi fonlama aracı olarak kullanılmasına son verilip” (sf. 95)

Paranın yoktan yaratıldığı, yani para arzının içselliği kavranmadığı vakit, MB ile Hazine arasındaki operasyonel ilişki de kavranamıyor. Bankaların Hazine'de hesapları yoktur, MB'da hesapları var. Dolayısıyla Hazine'nin yaptığı harcamalarının ödemesini MB yoktan para yaratarak yapar, Hazine değil. Hazine topladığı vergiyi harcayamaz çünkü vergi ödendiğinde para yok olur, tıpkı bankaya kredi borcu ödendiğinde paranın yok olması gibi. (Ayrıntılı tartışma için bkz: https://www.amazon.de/-/en/L-Randall-Wray/dp/1137539909 )

5-“2002-2011 döneminde bütçe açığı ve cari açık arasındaki korelasyon negatif hale gelmiştir” (sf. 98).

Bütçe açığından cari açığa doğru güçlü bir ilişki yoktur Türkiye’de. İlişkinin yönü cari dengeden bütçe dengesine doğrudur. 2002 sonrasında vergi gelirlerinin büyük kısmı ithalattan ve ithal edilen tüketim ürünlerine konulan KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerden müteşekkil olduğu için, cari açık arttıkça vergi geliri artmış, bütçe açığı azalmıştır. Bunu  yazarlark makalede teslim ediyorlar: “Ciddi bir gelir vergisi toplama düzeni olmayan ülkemizde ithalat vergileri toplam vergi gelirlerinin hatırı sayılır bir kısmını (2011’de %19,2’sini) oluşturuyor. İthalat artışıyla cari açığın büyüyor olması mekanik olarak vergi gelirlerini artırıp bütçe dengesini iyileştiriyor” (sf. 101).

Cari fazla verilen daralma dönemlerinde de vergi geliri düştüğünden bütçe açığı artmıştır. Bunu anaakımcılar, “bakın bütçe açığını azalttık, enflasyon düştü” diye pazarlıyor fakat bütçe açığının enflasyonu körüklemesinin nedeni de, yine anaakımcıların önerdiği denk bütçe hedefıdır: Bütçe açığını kapatmak üzere çay, benzin, elektrik, şeker, tütün gibi ürünlere zam yapılmasıdır. Enflasyon ise temel olarak ucuz dolar ve ucuz ithalat sayesinde düşmüştür. Aynı ithalat bütçe açığını da düşürmüştür. (Ayrıntılı tartışma için bkz: https://artigercek.com/forum/faiz-kur-sarmalina-girmek-yerine-enflasyon-ve-cari-acik-sorunlarinin-cozumu-255970h )

6- Paranın yoktan yaratıldığı, yani para arzının içselliği kavranmadığı vakit çarı açık ile borçlanma arasındaki ilişki de tersine kuruluyor (sf. 100). Türkiye dışardan borçlandığı için cari açık veriyor değil; ihracattan edindiği döviz gelirleri ithalat ödemelerine yetmediği için dışardan döviz borçlanıyor. (Ayrıntılı tartışma için bkz: https://sosyal.paraanaliz.com/2021/07/11/cari-acik-borclanma-iliskisi-baki-demirel-ve-ilhan-dogus/  )

 

7- “bankaların tek tek aldıkları risklere, mikro risklere—örneğin yabancı para ile fon borçlanıp yerli para ile borç vermeye— (sf. 104).

Paranın yoktan yaratıldığı, yani para arzının içselliği kavranmadığı vakit, bankaların ithalat ödemeleri için aldıkları sendikasyon kredilerini içerde kredi olarak verdiklerini sanıyorlar. Oysa sendikasyon kredilerinin miktarı, Türk bankacılık sektöründeki kredi ile mevduat miktarları arasındaki farka hiçbir zaman denk olmamıştır. Ayrıca bankalar sendikasyon kredisi aldıklarında bunun dış ticaretin finansmanı için olduğunu açıklarlar.

8- Paranın yoktan yaratıldığı, yani para arzının içselliği kavranmadığı vakit, zorunlu karşılık meselesi de doğru kavranamıyor (sf. 104-105).

a)         Bankalar, kredi verip mevduat yarattıktan (14 gün) sonra zorunlu karşılık ayırırlar.

b)         Zorunlu karşılıkları, MB’dan rezerv para borçlanarak ayırırlar.

c)         Zorunlu karşılık oranının artması, kredi olarak verilebilir fonu azaltmaz (çünkü kredi yoktan yaratılır), fakat ZK oranı arttığında bankalar ZK maliyetini düşürmek için uzun vadeli mevduatların faizlerini artırırlar çünkü uzun vadeli mevduatlara ZK oranı daha düşüktür. Bu artan mevduat faizi kredi faizlerine yansıtılırsa ve artan kredi faizi de kredi talebini azaltırsa, anaakımcılar da verilere bakıp “Artan ZK oranı borç verilebilir fonları (loanable funds) azalttı diye yorumluyorlar. (Ayrıntılı tartışma için bkz: https://gorus21.com/faizleri-piyasa-degil-merkez-bankasi-belirler/ )

Hiç yorum yok: