23 Eylül 2023 Cumartesi

Negatif reel faiz ezberi üzerine kısa bir not

Enflasyonu düşürmek için işsizliği artırıp talebi baskılamak yönünde faiz artışı önerdiler anaakımcı iktisatçılar. Enflasyonun düştüğü ülkelerde işsizliğin de düşmüş olmasına rağmen bunu faiz artışına bağlamakta ‘entelektüel tutarlılık’ açısından bir sorun görmediler. İşsizliğin artıp enflasyonun düşmediği ülkeler içinse "reel faizler pozitif olmalı" bahnanesini uydurdular. Daha ilginci, Merkez Bankası politika faizi ile enflasyonun farkını baz aldılar.

Genelde Ocak ayı veya biraz öncesinden beri enflasyonun işsizlikle beraber düştüğü ülkelerde (ABD, Kanada, Güney Kore, Brezilya, Şili, Türkiye, İspanya, Estonya, Litvanya, Letonya, Belçika, Hollanda, Danimarka, Polonya vs) reel politika faizinin o sırada ve sonraki aylarda negatif olmasına rağmen bunu söyleyebildiler.

Ne de olsa meydan boş, kimse meydan okuyamıyor kendilerine. Meydan okuyanları da blokluyorlar ya da görmezden geliyorlar.

"Niye illa MB faizi pozitif olmalı?" diye sordum defalarca, hala yanıt yok.

Madem cevap alamıyorum, kendi sorduğum soruya, onların akıl yürütmeleri ve teorik önermeleri içinden kendim yanıt vereyim:

Reel faiz negatif olunca harcamaların arttığını varsaydıklarından dolayı, harcamaların kısılması için reel faizin pozitif olmasını öneriyor olmalılar.

Çünkü tasarrufu temel olarak faizin fonksiyonu sanıyorlar. Hatta, tek tasarruf aracının mevduat olduğunu sanıyorlar. Selva Demiralp röportajında öyle söylüyordu.

Fakat gelir ve servet dağılımı eşitsizliğinin şuanda ve yıllardır çok yüksek olmasından ötürü bu önermenin gerçekte bir karşılığı yok çünkü tasarruf edebilen üst gelir grubunun harcama eğilimi düşük, tasarruf eğilimi yüksektir. Reel mevduat faizi negatif de olsa, zaten tüm ihtiyaçlarını enflasyondan daha hızlı artan gelirleri ile karşılayan bu üst gelir grubu yine tasarruf edecektir ve mevduat dışındaki diğer finansal varlıklara yönlendireceklerdir. Alt gelir grubu ise tasarruf edemeyecek kadar düşük bir gelire sahiptir ve gıda, barınma, elektrik-su-doğalgaz gibi temel ihtiyaçlarını ancak karşılayabilmektedir. Kimi harcamalarını tasarrufları ile finanse edebilecek olan orta sınıf ise erimiştir.

Türkiye’de tüketim harcamalarının %59’unu en zengin %40 yapıyor:

 

Dahası, talebi düştüğünde fiyatı düşürülen sermaye-yoğun üretilmiş, stoklanabilen ve yeniden üretilebilen dayanıklı tüketim mallarının harcamalar içindeki payı yoksulluk nedeniyle Türkiye’de düşük ve işsizlikle beraber daha da düşer.

Enflasyonun talep değil, arz kısıntıları ve aşırı kar kaynaklı olduğu gerçeğini hala kavrayamamış olanların bu tür ince ayrıntılar hakkında tefekkür edebileceklerini beklememek lazım galiba?

Peki vatandaş tasarrufunu mevduat faizine mi koyuyor, MB politika faizine mi?

İşte burada berraklaşıyor, niye anaakımcıların MB faizini baz aldıkları.

Bakalım Türkiye’nin ve örnek olarak gösterdikleri ABD’nin reel mevduat faizlerine:

 

Kaynak: MB verilerinden kendi hesaplamalarım.

1- Türkiye’de 3- aylık reel mevduat faizleri, liyakatlı ortodoks yeni kadro faiz artırmadan önce Haziran'da pozitif. (6 ay ve daha uzun vadeli mevduatların faizlerine bakılmalı" diyecek olanlar çıkabilir. Hem 4 ay ve üzeri mevduatların payı %11 gibi oldukça düşük hem de diğer vadelerde Haziran ayında negatif reel faiz.) Burada üç ilginç nokta var:

a) KKM’den çıkışlar nedeniyle kur ve enflasyon artınca yine negatife dönüyor reel mevduat faizi. Reel pozitif faiz verelim diye faizleri artırıyorlar, ama bu eylemleri, reel faizleri daha da negatif yapmakla sonuçlanıyor. Tam komedi…

b) Türkiye’de Kasım 2002’den Temmuz 2023’e kadar enflasyon düşüyordu ve Haziran ayına kadar reel mevduat faizi negatif idi. İddiaları yine çürüyor.

c) Bakalım Haziran ayında tüketim harcamalarının yıllık değişim oranı, reel mevduat faizi pozitif olduğu için negatif mi? Hayır, pozitif: +29,28%.

Bu iddiaları da çürük çıktı.

 


2- "Reel faiz pozitif olduğu için enflasyon düştü" dedikleri ABD'de reel mevduat faizleri hep negatif. Fed faizi ise Nisan’dan sonra enflasyonun üzerine çıktı fakat ABD’de enflasyon Temmuz’dan beri düşüyor. ABD’deki bankaların likidite fazlası olduğu için, bankalar Fed politika faizlerindeki artışı kredi faizlerine yansıtırken, mevduat faizlerine yansıtmamış.

Yani ABD ile ilgili argümanları da çürük.

Sırrı Süreyya Önder’in sözü anaakımcılar için geçerli: Bildiğiniz yanıldığınıza yetmiyor.


18 Eylül 2023 Pazartesi

Fatih Özatay’ın Kur-Faiz-Enflasyon İlişkisine Dair Sorularına Yanıt

2001 ve 2006 yılları arasında TCMB Başkan Yardımcılığı görevinde bulunmuş olan Prof. Dr. Fatih Özatay, 17 Eylül’de attığı iki twitinde, heterodoks, post-Keynesyen iktisatçılara kur-enflasyon ilişkine dair bir soru yöneltti. Şimdiye değin enflasyonun talep kaynaklı olduğunu söyleyen Fatih Bey’in sorusunda aşırı-karların enflasyona katkısını kabul etmiş görünmesi sevindirici.

Cevap vermeden önce üç hususa dikkat çekmek istiyorum:

1-         Biz birçok soru yönelttik anaakımcı meslektaşlarımıza. Onların bize bir kez olsun bile yanıt vermemesini “dikkate alınmamak“ olarak yorumlayanların, bizim bu soruyu yanıtsız bırakmamız durumunda “cevap veremediler” olarak algılayacaklarını da çok iyi seziyorum. Türkiye’de ve Almanya’da, gündelik hayatımda, siyasal ve mesleki hayatımda, bu eşitsiz, hiyerarşik ilişkiden beslenen “egemen kibrini” çokça defa deneyimledim çünkü.

Anaakımcıların heterodoks eleştirilere yanıt vermemesi, sadece sosyal medyada veya Türkiye anaakım iktisatçılarında geçerli olan bir tavır değil. Yani kişisel bir mesele değil. Bahane ettikleri üslup sorunun olmadığı, doğası gereği olamayacağı, heterodoks hakemli bilimsel dergilerdeki eleştiriler de Batı’daki ve dünyanın diğer ülkelerindeki anaakımcılar tarafından görmezden geliniyor. Konferanslardaki sorularımız da yanıtsız kalıyor. Bu, egemen pozisyondan beslenen küresel düzeyde geçerli bir tavır[1]. Tartışmanın bir tür isyan içeren fakat hakaret içermeyen itirazları da barındırması ve bu bağlamda biraz sert geçmesi de gayet doğal. Fakat asıl problemli tutumunun, meslektaşlarının altı doldurulmuş itiraz ve sorularını görmezden gelmek ve onları sosyal medya üzerinden bloklamak olduğunu düşünüyorum.

O nedenle Fatih Bey’in bu sefer “heterodoks, post-Keynesyen arkadaşlar” diyerek yönelttiği soruyu önemsiyor ve yanıtlamaya değer buluyorum.

2-         Fatih Bey, beni bloklamak yerine takip etseydi, bu sorulara zaten çokça defa yanıt verdiğimi görecekti.

3-         Diğer anaakım iktisatçılar, “bu heterodokslar ne diyor?” diye bakma gereği bile duymazken, Fatih Bey’in, benim de çalışmalarımı yayınladığım hakemli bilimsel dergi Review of Keynesian Economics’i ve Monetary Policy Institute Blog’u takip etmiş olmasını ve buralarda çıkmış yayınlara twitinde referans vermesini önemsediğimi vurgulamalıyım.

Cevaplara geçebiliriz şimdi…

Soruya soru ile yanıt vererek başlayayım:

3 aydır faiz, %8.5’tan %25’e yükseltilerek, 3 katına çıktı. MB’nin 25 Ağustos’taki faiz artışı sırasında döviz satması haricinde kur neden düşmedi?

Kur düşmek bir yana, ilk faiz artışının olduğu 23 Haziran’dan bu yana 23’ten 27’ye yükseldi. Beklentilerin altında olması ile açıkladılar fakat, i) Beklentileri bizzat anaakımcılar, onların etkisindeki ekonomi medyası ve küresel finans çevreleri kendileri yüksek koydular; MB’dan veya hükümetten faiz artışının çok sert olacağı yönünde bir açıklama olmadı. ii) 25 Ağustos’taki artış, beklentilerin de üzerinde bir artış idi, fakat kur MB’nin döviz satmasıyla düşüp 2 gün sonra tekrar eski seviyesine yükseldi. Fatih Bey, önce faiz artışı sayesinde düştüğü zannı ile övülen kurdaki düşüşün MB’nin döviz satması ile olduğu birkaç gün sonra anlaşılınca, bunu 31 Ağustos tarihli köşe yazısında “hiç müdahale olmasaydı da kur, çok olumlu bulunan faiz artışı nedeniyle aşağıya düşecekti. Ama şu sonuç değişmiyor: Döviz piyasasına da müdahale edilmiş; faiz kararının yarattığı olumlu havanın kuru aşağıya itmesi, daha bir görünür olsun istenmiş” şeklinde açıklamıştı.

Bu açıklama, üç soruyu davet ediyor:

1-         Faiz artışı çok olumlu bulunduğu için mi KKM'den dövize geçildi o hafta?

2-         Faiz artışı çok olumlu bulunduğundan dolayı düşen kur, neden ertesi gün tekrar yükseldi?

3-         KKM’nin ilan edildiği Aralık 2021’de de KKM’nin kuru hemen sert düşürdüğü algısını yaratmak için geç saatte döviz satılmıştı ve bu haklı olarak eleştirilmişti.

Neden KKM’nin imajı için döviz satıldığında eleştiri konusu oluyor da, faiz artışının olumlu karşılandığı yönünde bir imaj oluşturulması için döviz satıldığında övgüye mazhar oluyor?

Buradaki meramım şu:

Temmuz 2022’den beri sıkça vurguladığım kur-faiz sarmalına girilmiş durumda. Bu ilk defa olmuyor. Naci Ağbal’ın TCMB Başkanı olduğu dönemde de, faiz artışı ile düşen kur sonrasında tekrar arttı ve her seferinde daha fazla faiz artışı talep edildi. Ocak 2022’de %38 olan faizini en son %118’e yükseltttiği halde Dolar-Peso kuru 105’ten 350’ye çıkan ve enflasyonu %50‘den %124’e yükselen Arjantin de bu kur-faiz sarmalından muzdarip. (Arjantin’de süregelen kuraklığın faizle alt edilemeyecek önemli bir sorun olduğunu not etmeli.)

Fakat Fatih Bey’in bu sorularına zaten kimi yanıtlar sunduğum 1 Temmuz tarihli „Faiz-kur sarmalına girmek yerine enflasyon ve cari açık sorunlarının çözümü üzerine“ başlıklı yazımda vurguladığım husus, çok daha önemli:

“eğer faizi sert ve uzun süre artırmak gerektiğini düşünüyorsanız, faizle çözülemeyecek çok temel bir sorununuz var demektir. Küçük ve geçici olması ve sonrasında geri alınması gereken faiz artışı, beklenmedik bir şoka karşı anlamlı bir enstrüman olabilir. Bizzat kendilerinin çok sevdiği ilaç, acı reçete gibi bir analoji yapacak olursak; faiz artışı, geçici bir ağrıya karşı alınan ağrı kesici olabilir. Fakat ağrınız kronik bir hastalığınızdan kaynaklanıyorsa, sürekli ve dozu artan bir oranda ağrı kesici almak çözüm olmadığı gibi daha başka problemlere yol açar ve vücudun ağrı eşiğini artırarak daha yüksek dozda ağrı kesiciyi koşullar.”

Şöyle berraklaştırayım:

Eylül 2021’deki Dolar-TL kurunu fırlatan faiz indirimi, hata idi. Buna bir itirazımız yok. Erdoğan’ın faizi indirerek enflasyonu düşürme iddiasının da, faiz indiriminin, birim maliyeti düşürecek üretim ve yatırım artışını tetiklemeyeceğinden yanlış olduğunu da sıkça vurguladık. Fakat, içerde çok yabancı kalmaması ve özellikle de KKM ile yerlilerin döviz talebinin bastırılmış olması sonrasında kur ile döviz arasındaki ilişkinin kırıldığını da vaktinde vurguladık.

Nitekim Ağustos 2022 ve sonrasındaki faiz indirimleri kuru zıplatmazken, Haziran 2023 sonrasındaki faiz artışları da kuru düşüremedi. Sebeplerini 17 Nisan tarihli “Seçimden sonra Türkiye ekonomisi ve işsizliği sıfırlama önerisi” başlıklı yazımda tartışmıştım:

“Fed’in miktarsal genişleme çerçevesinde piyasaya para enjekte ettiği ve bu paranın Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere akacağı bir durum yok ve 1 yıldır enflasyonu indirmek bahanesiyle faizleri artırıyor. … 2010 öncesinde Türkiye ile ABD faizleri arasındaki fark %5 düzeyindeydi ve kur daha düşüktü. Fakat Ağustos 2022 öncesinde faiz farkı %20 düzeyinde olmasına rağmen kur çok daha yüksekti zira hem küresel belirsizlikler hala direngen hem de demokrasiden uzaklaşmış olan Türkiye'nin politik ve ekonomik belirsizliklerden kaynaklı yapısal sorunları çözülmüş değil. Demek ki, iki ülke arasındaki faiz farkı, diğer daha önemli sorunlar varken çok belirleyici bir faktör değil.”

O yazıda kurun KKM sayesinde stabilleşmesine rağmen enflasyonun neden artmaya devam ettiğini ve çözüm önerisini de açıklamıştım: gelir üzerindeki çatışmayı modere etmek.

“Dolar-TL kuru zaten 1 yıldır KKM sayesinde stabil. Fakat enflasyon artmaya devam etti Kasım 2022'ye kadar. Bunun temel sebebi, enflasyonun asıl nedeni olan gelir üzerindeki çatışmanın hükümet tarafından para, maliye ve gelirler politikalarının koordinasyonuyla modere edilmemiş olması. Diğer sebebi, yoksulluğun artışıyla beraber gıda gibi enflasyonist ve talebin fiyat esnekliği düşük olan ürünlerin tüketim harcamaları içindeki payının artması. Gıda sektöründeki yüksek tekelleşme ve başka ürünleri üretenlerin gıda vd. ürünleri tüketim kapasitelerini korumak için kendi sattıkları ürünlerinin fiyatını artırmasıyla girilen sarmal, enflasyonun tırmanmasına katkı sağladı.”

“Enflasyonu düşürmek için politika-mevduat-kredi faizlerini artırmak şart“ diyor twitinde Fatih Bey, fakat faiz artışı sonrası kur ve enflasyon düşmeyip, üç aydır yeniden artınca, bu sefer “reel faiz pozitif olmalı”, “yapısal reformlar eksik”, “yeterince artırılmadı” gibi argümanlar öne sürüyorlar anaakımcılar.

1-         Yeterince ne kadar? Öncesinde ne kadar artırılması gerektiğini söylemek gerekmiyor mu yeterli olmadığını söyleyebilmek için? Örneğin İngiltere’de enflasyonun kendisini diretmesini Brexit ile açıkladılar, fakat Brexit 2016’da kararı alınmış, Şubat 2020’de resmileşmiş bir durumdu ve İngiltere MB, Aralık 2021’de faiz artırmaya başladığında Brexit nedeniyle enflasyonun düşmeyeceğini söylemediler. Sonradan bu argümanı öne sürdüler.

2-         Faiz artışları öncesinde “faiz artışlarının etkili olması için yapısal reform gerekli” demediler, iddiaları gerçekleşmeyince sonradan devreye soktular.

3-         Fatih Bey, biz heterodoks-post-Keynesyen iktisatçılardan “Hemen şimdi ne yapmalı?” sorusuna yanıt istiyor fakat kendilerinin vaat ettiği faiz artışı sonrası kurun düşmeyip artmasını, etkilerinin en az 5-10 yıl sonra görüleceği hukuk ve eğitim alanlarındaki reformları ima ettiğini söyledikleri yapısal reformlarla açıklıyorlar. (Aslında o yapısal reformlardan kastedilenin işgücü piyasasının güvencesizleştirilmesi olduğunu, AKP’nin 20 yıldır bunları zaten yapmakta olduğunu da mesele ile ilgilenen herkes biliyor. Geçtiğimiz haftalarda açıklanan Orta Vadeli Program’da açıkça emek piyasasının esnekleştirilmesinin hedeflendiğini ve platform ekonomilerinin destekleneceğini yazmışlardı. (Platform ekonomilerinin heterodoks-Marksist eleştirisi için bkz.)

4-         Enflasyonun düşmesi için reel faizin pozitif olması gerektiği argümanı ise hem ampirik hem de teorik olarak geçersiz.

Amprik olarak geçersiz çünkü Kasım 2022’den beri, ABD, Kanada, Güney Kore, Brezilya, Şili, Türkiye, İspanya, Estonya, Litvanya, Belçika, Hollanda, Danimarka, Polonya vs. birçok ülkede enflasyon düşüyor ve düşmeye başladığı sırada reel faiz pozitif değildi- son birkaç ayda enflasyonun hızla düşmesi sayesinde reel faiz pozitif oldu. Dahası, hiç faiz artırmayan Japonya’da bırakın reel faizi, nominal faiz bile negatif ve enflasyon orada da düştü. 2009 sonrası birçok gelişmiş ekonomide uzun süre nominal faizler negatif idi ve enflasyon nüksetmedi. Enflasyon artınca “Fed geç kaldı”, “düşmesi 3-4 yıl sürer” dedikleri enflasyonun %3'e gelince de “faiz artışı sayesinde” dedikleri ABD'de mevduat faizleri, Fed faizinin çok altında çünkü likidite bolluğu sayesinde ABD bankaları Fed faiz artışlarını krediye yansıtırken mevduat faizlerine yansıtmadı. Hatta aynı sorunun yaşandığı İngiltere’de MB bankalara bu yönde uyarıda bulundu.

Teorik olarak ise iki sebepten ötürü sorunlu bu argüman:

i) Niye MB politika faizi pozitif olmak zorunda? Bu neden sanki her koşul şart altında geçerli bir kuralmış gibi ifade ediliyor? Bunun bir mantığı yok- twitter’da sorduğumda bir yanıt vermediler. ii) Reel mevduat faizinin pozitif olması önerilse belki bir nebze anlaşılabilir fakat onun da gelir ve servet dağılımı eşitsizliğinin şuanda yüksek olmasından ötürü karşılığı yok çünkü tasarruf edebilen üst gelir grubunun harcama eğilimi düşük, tasarruf eğilimi yüksektir. Reel mevduat faizi negatif de olsa, zaten tüm ihtiyaçlarını enflasyondan daha hızlı artan gelirleri ile karşılayan bu üst gelir grubu yine tasarruf edecektir ve mevduat dışındaki diğer finansal varlıklara yönlendireceklerdir. Nitekim İstanbul Borsası tüm zamanlarının rekorunu kırdı. Bu konuyu 27 Ocak tarihli yazımda ayrıntılı tartışmıştım.

Anaakımcıların, aslında dolarizasyon kaynaklı olan hiperenflasyonu engelleyen KKM’nin enflasyonu artıracağı yönündeki tahminlerinin yanılmalarının arkasında, bu tasarruf eğilimi ile gelir düzeyi arasındaki ilişkiyi ıskalamaları ve para arzının içselliğini kavramamış olmaları yatıyor.

Peki enflasyona karşı bizim önerimiz nedir?

Öncelikle enflasyonu talep kaynaklı değil, pandeminin ve savaşın tetiklediği arz kısıtları ve tedarik sorunlarının üretimi daraltmasından kaynaklı birim maliyetlerdeki artıştan ve yüksek tekelleşme düzeyinin beslediği aşırı-kar fiyatlamasından kaynaklı gördüğümüzden talebi baskılayacak, işsizliği artıracak politikaların başarısız ve zararlı olacağını söyleyegeldik. Enflasyon hedeflemesinin, gerçekte var olmayan doğal işsizlik ve doğal faiz oranı gibi mefhumlara dayandığından gerçekçi olmadığını da sıkça vurguladık. Alternatif olarak da enflasyonla etkin mücadelenin, arz sorunlarını halledip üretimi artırarak birim maliyeti düşürmekten, maliye politikası enstrümanlarından ve enflasyonun kök sebebi olan gelir üzerindeki çatışmanın modere edilmesinden geçtiğini sunduk. İspanya, Polonya, Japonya ve Almanya, (mali disiplin mitolojisinin aksine) maliye politikalarının etkinliğini gösteren örnekler oldular. (AB Komisyonu'nun 2014'te "enflasyonu artırmayan" doğal işsizlik oranını %26 olarak hesapladığı İspanya’nın enflasyonu %9'dan %2.6'ya düşürmeyi başardığı bu son süreçte işsizliği %16'dan %11'e düşürdüğünü de not etmeli.)

Faizi bir bölüşüm enstrümanı olarak gördüğümüzden ve sert faiz artışlarının bilançoları kırılgan, borçluluk oranı yüksek olan özellikle KOBİleri ve hanehalklarını iflasa sürükleyeceğinden, enflasyona karşı faiz artırmayı ve ekonomiyi resesyona sürüklemeyi salık vermedik. Hem enflasyonun artışının maliyetinin hem de enflasyonu düşürmenin maliyetinin, kar ve maliyet kaynaklı enflasyonun yükselmesinde herhangi katkısı olmayan çalışanların üzerine yıkılmasına karşı çıktık çünkü talep ile enflasyon arasında kurulan anaakım ilişki geçersizdir: İşsizlik düşüp gelir yeterince arttıkça harcamaların kompozisyonu, stoklanamadıkları ve emek-yoğun üretildikleri için talebi arttıkça fiyatı artırılan gıda gibi dayanıksız ürünlerden stoklanabildikleri, hemen yeniden üretilebildikleri ve sermaye-yoğun teknikle üretildikleri için talep artışına (piyasa yeterince rekabetçi ise, tekelci değilse ve yeterince atıl kapasite varsa), üretim artışıyla karşılık verilen dayanıklı ürünlere kayar. Üretim miktarındaki artış oranı, girdi maliyetlerindeki artış oranından yüksek olursa birim maliyet düşer ve bu enflasyonu baskılar. Fakat üretimdeki daralma girdi maliyetlerindeki düşüşten büyük olursa birim maliyet artar ve enflasyona yukarı yönlü baskı yapar.

Aşırı-kar kaynaklı enflasyonla mücadelede önerdiğimiz önemli maliye politikası enstrümanlarından biri de aşırı-kar vergisidir.

Kur-faiz konusuna tekrar gelecek olursak:

Öncelikle şu sorunu tespit edelim:

2001 krizi sonrasında üretim yapan tüm Kamu İktisadi Teşebbüslerini “verimlilik artacak” vaadiyle özelleştirip (verimlilik artmadı düştü- artsaydı bu durumda olunmazdı bugün) ülke ekonomisini cari açık vermek üzere ithalat bağımlı yapıp, bu yolla enflasyonu kurla ilişkilendirip sonra da enflasyonun düşük kalması  için faizleri yüksek tutmayı salık vermek sorunlu bir politika önerisidir. Daha sorunlu olan ise, hem cari açık artınca hem de cari açık düşünce artan bütçe açığını kapatmak için kemer sıkma önermektir. Vergi gelirlerinin önemli bir bölümü ithal tüketimden ve ithalattan beslenmek üzere tasarlandığından, cari açık düşünce bütçe açığı artmakta ve sonrasında dayattıkları denk bütçe hedefi çerçevesinde bütçe açığını kapatmak için KDV, ÖTV zamlarıyla tekrar kemer sıkma önermektirler.

Dolayısıyla en başından beri enflasyon-kur bağını kırmak için öncelikle ithalat bağımlılığını düşürecek, dış ticaretin bu sürekli açık veren mevcut kompozisyonunu dönüştürecek kamusal yatırımlar öneriyoruz.

“Faiz artışı, sadece ya da öncelikle talebi düşürmek için mi öneriliyor sanıyorlar?” diyor Fatih Bey. Hayır, kuru dizginlemek hedefinin de olduğunun farkındayız ama hem sert ve sürekli faiz artışlarının iflasları tetiklemesiyle ücretleri ve istihdamı baskılayacağını vurguluyoruz, hem de kurdaki artışın üzerine çıkan bir üretim artışının birim maliyetleri düşürerek dezenflasyonist olacağını söylüyoruz.

O nedenle döviz kurunu kısa vadede hemen düşürmek için de, sert ve sürekli faiz artışlarından ziyade, döviz kurunun artmasının arkasındaki temel sorun olan Batı’dan kopma sürecinin tersine çevrilip, AB reform sürecine dönülmesi, bu çerçevede siyasi tutsakların serbest bırakılması gerektiğini düşünüyorum. AİHM ve AYM kararlarına rağmen hukuksuzca rehin tutulan bir Cumhurbaşkanı adayının seçim yarışına hapisten girdiği bir ülkeye pek kimsenin güveneceğini sanmıyorum. Ekonominin maliye politikaları ile istikrara kavuşuturulması, Türkiye’deki firmaların yüksek kar yapacaklarına dair beklentileri yaratması ile borsaya akışları tetikleyeceğinden faiz artırmadan yabancı portföy yatırımlarını cezbedecektir. Eğer ille de faiz artışıyla döviz akışı çekilmek isteniyorsa, yabancı portföy yatırımlarının geleceği bir diğer finansal enstrüman olan tahvillerin faizleri de, Hazine’nin fazla tahvil ihraç etmesiyle (tahvil miktarının artması fiyatını düşüreceğinden) yükseltilebilir. Böylece firmaları iflasa sürükleyecek kredi faizi artışını da beraberinde getirecek olan politika faizi artırılmamış olur. Ama Mart 2022’de tahvil faizlerinin %26 olmasına rağmen dövizin gelmediğini de hatırda tutmakta fayda var.

Daha kritik olan husus ise, tahvil faizlerinin, faiz artışının duracağı beklentisiyle yabancı portföy yatırımlarını cezbettiğidir. Eğer faiz artırımı devam ederse, şimdi alınan tahvilin fiyatı düşeceğinden tahvil alınmaz. Keza ABD'de Mart ayında olduğu gibi tahvil faizlerini de yukarı çeken politika faizi artışları bilançolarında bolca tahvil bulunduran bankaların bilançolarını sarsmıştı. Bu risk, borsaya yatırımların da önünü keser.

Özetle, Fatih Bey'in sorularına cevaplarımızı zaten çok önceden yazmıştık. Bütçe açığı için hem para arzını artırıp enflasyon yaratır, hem de para arzını azaltıp faizleri artırır diyenlerin, onca deneyime rağmen hala kamu harcamasının vergiyle finanse edildiğini sananların, dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir zaman bütçe açığının kamu borcuna denk olmamasına rağmen kamu borcunun bütçe açığını finanse ettiğini sananların, “MB para arzını dışsal olarak belirler, faiz piyasada içsel olarak belirlenir” diyip MB’dan para arzını kısmalarını değil faizleri artırmasını talep edenlerin, 1 yıldır bir çok ülkede enflasyonla birlikte işsizliğin düşmesine rağmen hala işsizliği artırmayı önerenlerin, biz post-Keynesyenlerden önce kendilerine sormaları gereken çok soru var. Ama biz tüm sorularına yanıt vermeye her zaman açığız. Onlardan aynı tavrı beklemek de hakkımız.



[1] Örneğin İktisat ve Toplum dergisi geçtiğimiz aylarda “Heterodoks İktisat” başlığı ile bir sayı yayınladı. Fakat içinde ne bir heterodoks makroiktisatçı yazar vardı, ne de heterodoks makroiktisadin anaakımdan nerelerde ayrıldığını, temel olarak ne iddia ettiğini anlatan bir makale vardı. Üstelik tartışmaya taraf olan muhataplarla konunun ele alınmaması da ayrı bir problemli tutum olarak kayda geçebilir.