Yıldız Akkaya ve Refet S.Gürkaynak'ın "Cari açık, bütçe dengesi, finansal istikrar ve para politikası: Heyecanlı bir dönemin izi" (http://refet.bilkent.edu.tr/Akkaya_Gurkaynak_IIF_2012.pdf) başlıklı makalesinin post-Keynesyen kısa bir eleştirisi:
1- “1980-2001 döneminde Türkiye, o
dönemde de bilindiği gibi, standart bir ikiz açık ülkesiydi. Devletin bütçe
açıkları ve iç tasarruf eksikliği, özellikle 90’ların ikinci yarısında, bütçe
açığının doğrudan ya da dolaylı olarak yurt dışından fonlanmasını zorunlu hale
getiriyor, dolayısıyla bütçe açığı cari açığın temel belirleyicisi oluyordu.
2001 sonrasında bu bağın kırıldığını görüyoruz. Bu 2001 programının büyük bir
başarısıdır” (sf. 98)
Bu paragrafta bir maddi bilgi hatası, bir de teorik yorumlama hatası var.
Söylenen 1980-2000 arası dönemde Türkiye tasarruf açığı vermiyordu, aksine
bütçe açığı cari açığın üzerinde olduğu için özel sektör tasarruf fazlası
veriyordu:
Bütçe açığı fonlanmaz, ne yurtdışından, ne de yurt içinden… Kamu harcaması,
Hazine’nin bankası olan Merkez Bankası tarafından yoktan para yaratılarak
finanse edilir. Kamu borcunun amacı, bütçe açığını finance etmek değil, tahvil
faizlerini kontrol etmektir. İstediğiniz ülkenin verişine bakın, hiçbir ülkede
hiçbir zaman bütçe açığı ile kamu borcu denk değildir. (Ayrıntılı tartışma için
bkz: https://artigercek.com/forum/kamu-harcamasi-nasil-para-yaratir-kamu-neden-harcamak-icin-vergiye-ihtiyac-duymaz-239779h
)
Daha sarsıcı olan, 2012’de yazılmış bu makale, Türkiye’nin cari açığının
makalede övdüğü 2001 Derviş programı sonrasında 2000 öncesindeki seviyelerinin
katbekat üstüne çıktığını görmezden geliyor. (Ayrıntılı tartışma için bkz: https://artigercek.com/forum/1990lardan-2000lere-banka-reklamlarindaki-degisim-ve-para-arzinin-icselligi-257861h
)
2- „İstihdam, büyüme, gelir dağılımı
gibi göstergelerin insanların refahıyla yakından ilintili olduğu, dolayısıyla
iktisat politikasının konusu olmaları gerektiği çok doğru. Fakat bu merkez
bankasına uzun dönemli bir büyüme hedefi vermeyi makul kılmıyor çünkü merkez
bankalarının kontrol ettiği para arzı uzun dönemde sadece fiyatları etkileyebiliyor,
reel değişkenleri değil (bu konuda herhangi bir iktisada giriş kitabına
bakılabilir). Dolayısıyla uzun dönemde merkez bankasının ekonominin bütünü için
yapabileceği en iyi şey fiyat istikrarını sağlamak ve ekonomideki aktörlerin
önlerini görebilmelerine olanak vermek.” (sf. 114)
Hepsinden önce burada çok basit bir mantık hatası var:
Bu büyüme, istihdam, gelir dağılımı gibi hedefleri hangi enstrümanla
sağlayacağız peki? Para politikası bunları etkileyemiyor, maliye politikasını
da anaakımcılar olarak enflasyonisttir diye ve dışlama etkisi (crowding-out
effect) iddiasıyla tasfiye ediliyor. Nasıl olacak o halde bu büyüme ve
istihdam?
Merkez Bankalarının para arzını kontrol edemediğini, faizi kontrol edebildiğini
Gürkaynak'ın vaktinde çalıştığı Fed 1990'ların başından beri kabullenmiş durumda.
Kanıtı da kredi faizi ile Fed faizi arasındaki farkın 1900’dan sonra
stabilleşmesidir. (Ayrıntılı tartışma için bkz: https://artigercek.com/forum/faizsiz-ekonomi-politikasi-onerisi-5-finansallasmayi-durdurmak-248066h
) Paranın kredi verildiği anda yoktan yaratıldığını Fed’in yanısıra İngiltere ve Avrupa merkez bankaları
da açıkça ifade etmişlerdir.
Aslında Çin sayesinde 1980 sonrası deneyimlediğimiz enflasyondaki düşüşün
enflasyon hedeflemesi uygulamasının ve faiz artışlarının başarısı olduğu
iddiası zayıftır, çünkü enflasyon temel olarak talep değil maliyet ve kar
kaynaklıdır. (Ayrıntılı tartışma için bkz: https://artigercek.com/forum/faizsiz-ekonomi-politikasi-onerisi-1-enflasyon-issizlik-faiz-236704h
)
3- Bu yanılgılarının temel sebebi, bankaların parayı yoktan
yarattığını kavramayıp, tasarruf sahipleri ile kredi arayanlar arasında
aracılık yaptığını sanmaları: “bankacılık sektörünün güçlendirilip gerçek
anlamda mali aracılık yapabilir (hanehalkı tasarruflarını fiziksel sermaye
yatırımlarına yönlendirebilir) hale getirilmesi” (sf. 95) (Ayrıntılı
tartışma için bkz: https://gorus21.com/faizleri-piyasa-degil-merkez-bankasi-belirler/
)
4- “ve nihayet para politikasının hazineyi fonlama aracı olarak
kullanılmasına son verilip” (sf. 95)
Paranın yoktan yaratıldığı, yani para arzının içselliği kavranmadığı vakit,
MB ile Hazine arasındaki operasyonel ilişki de kavranamıyor. Bankaların
Hazine'de hesapları yoktur, MB'da hesapları var. Dolayısıyla Hazine'nin yaptığı
harcamalarının ödemesini MB yoktan para yaratarak yapar, Hazine değil. Hazine
topladığı vergiyi harcayamaz çünkü vergi ödendiğinde para yok olur, tıpkı
bankaya kredi borcu ödendiğinde paranın yok olması gibi. (Ayrıntılı tartışma
için bkz: https://www.amazon.de/-/en/L-Randall-Wray/dp/1137539909
)
5-“2002-2011 döneminde bütçe açığı ve cari açık arasındaki korelasyon negatif
hale gelmiştir” (sf. 98).
Bütçe açığından cari açığa doğru güçlü bir ilişki yoktur Türkiye’de. İlişkinin
yönü cari dengeden bütçe dengesine doğrudur. 2002 sonrasında vergi gelirlerinin
büyük kısmı ithalattan ve ithal edilen tüketim ürünlerine konulan KDV ve ÖTV
gibi dolaylı vergilerden müteşekkil olduğu için, cari açık arttıkça vergi
geliri artmış, bütçe açığı azalmıştır. Bunu yazarlark makalede teslim ediyorlar: “Ciddi
bir gelir vergisi toplama düzeni olmayan ülkemizde ithalat vergileri toplam
vergi gelirlerinin hatırı sayılır bir kısmını (2011’de %19,2’sini) oluşturuyor.
İthalat artışıyla cari açığın büyüyor olması mekanik olarak vergi gelirlerini
artırıp bütçe dengesini iyileştiriyor” (sf. 101).
Cari fazla verilen daralma dönemlerinde de vergi geliri düştüğünden bütçe
açığı artmıştır. Bunu anaakımcılar, “bakın bütçe açığını azalttık, enflasyon
düştü” diye pazarlıyor fakat bütçe açığının enflasyonu körüklemesinin nedeni
de, yine anaakımcıların önerdiği denk bütçe hedefıdır: Bütçe açığını kapatmak
üzere çay, benzin, elektrik, şeker, tütün gibi ürünlere zam yapılmasıdır.
Enflasyon ise temel olarak ucuz dolar ve ucuz ithalat sayesinde düşmüştür. Aynı
ithalat bütçe açığını da düşürmüştür. (Ayrıntılı tartışma için bkz: https://artigercek.com/forum/faiz-kur-sarmalina-girmek-yerine-enflasyon-ve-cari-acik-sorunlarinin-cozumu-255970h
)
6- Paranın yoktan yaratıldığı, yani para arzının içselliği kavranmadığı
vakit çarı açık ile borçlanma arasındaki ilişki de tersine kuruluyor (sf. 100).
Türkiye dışardan borçlandığı için cari açık veriyor değil; ihracattan edindiği
döviz gelirleri ithalat ödemelerine yetmediği için dışardan döviz borçlanıyor. (Ayrıntılı
tartışma için bkz: https://sosyal.paraanaliz.com/2021/07/11/cari-acik-borclanma-iliskisi-baki-demirel-ve-ilhan-dogus/
)
7- “bankaların tek tek aldıkları risklere, mikro risklere—örneğin yabancı
para ile fon borçlanıp yerli para ile borç vermeye— (sf. 104).
Paranın yoktan yaratıldığı, yani para arzının içselliği kavranmadığı vakit,
bankaların ithalat ödemeleri için aldıkları sendikasyon kredilerini içerde
kredi olarak verdiklerini sanıyorlar. Oysa sendikasyon kredilerinin miktarı,
Türk bankacılık sektöründeki kredi ile mevduat miktarları arasındaki farka
hiçbir zaman denk olmamıştır. Ayrıca bankalar sendikasyon kredisi aldıklarında
bunun dış ticaretin finansmanı için olduğunu açıklarlar.
8- Paranın yoktan yaratıldığı, yani para arzının içselliği kavranmadığı
vakit, zorunlu karşılık meselesi de doğru kavranamıyor (sf. 104-105).
a) Bankalar, kredi verip
mevduat yarattıktan (14 gün) sonra zorunlu karşılık ayırırlar.
b) Zorunlu karşılıkları,
MB’dan rezerv para borçlanarak ayırırlar.
c) Zorunlu karşılık oranının
artması, kredi olarak verilebilir fonu azaltmaz (çünkü kredi yoktan yaratılır),
fakat ZK oranı arttığında bankalar ZK maliyetini düşürmek için uzun vadeli
mevduatların faizlerini artırırlar çünkü uzun vadeli mevduatlara ZK oranı daha
düşüktür. Bu artan mevduat faizi kredi faizlerine yansıtılırsa ve artan kredi
faizi de kredi talebini azaltırsa, anaakımcılar da verilere bakıp “Artan ZK
oranı borç verilebilir fonları (loanable funds) azalttı diye yorumluyorlar. (Ayrıntılı
tartışma için bkz: https://gorus21.com/faizleri-piyasa-degil-merkez-bankasi-belirler/
)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder