Firmalar-arası bölüşüm çatışması, enflasyon, mali disiplin ve bir vergi önerisi
Enflasyonun işçiler ve sermaye arasındaki bölüşüm çatışması boyutuna
odaklandık şimdiye değin. Yanlış değil, fakat eksik. Zira firmalar-arası ve
işçiler-arası bölüşüm çatışmaları, işçi-işveren arası çatışmayı da belirliyor.
Enflasyonun kök sebebi olarak addettiğimiz ‘gelir üzerindeki çatışma’dan
kastedilen şudur:
Bir tüketim malının fiyatı arttığında, o ürünü tüketenler tüketim miktarını
korumak amacıyla gelirlerini artırmak için ya kendi ürünlerinin satış miktarını
ya da ürünlerinin fiyatlarını artırmaya
çalışırlar. Örneğin artan enflasyon karşısında alım gücü eriyen işçiler
ücretlerini artıramazlarsa ikinci bir iş yaparak emek arzlarını artırırlar
yaşam standartlarını korumak için.
Eğer (ulusal) gelir (üretim) artırılamazsa, taraflar pazarlık güçlerince verili
gelirden aldıkları payı artırma yarışına girişirler ve bu da fiyatlara yansır.
Verimlilik artışı sayesinde üretim arttıkça sarsıcı bir fiyat artışı yaşanmadan
taraflar gelirlerini artırabilirler.
Burada kritik olan, fiyatlarını belirleme gücüne sahip olanlar, sektörlerini domine eden büyük firmalardır. Küçük ve orta ölçekli firmalar hem piyasadaki fiyatı veri olarak alırlar hem de maliyetlerindeki artışları büyük firmalar kadar fiyatlarına yansıtamazlar. Bunun sebebi de büyük firmaların müşterileri orta-üst gelir grubundan müsteşekkil iken, küçük firmaların müşterilerinin orta-alt gelir grubu olmasıdır. Üst gelir grubunun talebinin fiyat esnekliğinin alt gelir grubuna göre düşük olması, büyük firmaların fiyatlarını daha rahat artırabilmesine imkan tanır.
Bir diğer önemli faktör, büyük firmalar daha büyük kapasite ile ve daha
sermaye-yoğun teknik ile çalıştıklarından (yani maliyetleri içinde sabit
maliyetlerin payı daha yüksek olduğundan), üretimlerini artırdıkça birim
maliyetlerini daha çok düşürebilirler.
Enflasyon sorunu da tam bu noktada, üretimin artırılamadığı arz kısıtları
durumlarında nüksediyor. Firmalar arzı ya artan talebe cevap verecek kadar ya
da artan girdi maliyetlerini daha yüksek üretimle absorbe edecek kadar
artıramadıklarında fiyat artışına giderler. Büyük firmalar da piyasa güçleri ve
ürünlerine olan talebin düşük fiyat esnekliği ölçüsünde artan fiyatları bahane
ederek kar marjlarını artırma fırsatını değerlendirirler. Örneğin 2005’te
petrol fiyatları çok yükseldiğinde önde gelen küresel finans şirketlerinin ve
iktisatçıların “1971 petrol krizinin benzeri yaşanacak” şeklindeki öngörüleri
gerçekleşmedi, çünkü 2005’te dünyada ithalatı ucuzlatacak şekilde Dolar endeksi
düşüyordu ve Çin faktörünün yanısıra firmaların daha yüksek bir atıl kapasiteleri
vardı ve artan üretime yedirebildiler maliyet artışlarını. Fakat 1971’de
kapasite kullanım oranları çok yüksekti ve daha fazla üretim artışı pek mümkün
değildi. 2022’deki Ukrayna İşgali’nin tetiklediği petrol fiyatlarındaki artış
da tedarik sorunlarından ötürü üretim artmadığından daha yüksek üretimle
absorbe edilemediği için fiyatlara yansıdı.
Bir diğer kritik husus, eğer ürüne talebin fiyat esnekliği düşükse, daha
yüksek fiyata daha az miktarda satıldığı halde daha yüksek hasılat yapabilir
bir firma çünkü talep miktarı fiyat artışı kadar düşmeyecektir. Talebin fiyat
esnekliği yüksekse, fiyat düşürerek daha çok satarak hasılatını artırabilir
fakat burada karlarının artıp artmayacağı maliyet kompozisyonuna bağlı. Eğer
emek, hammadde, enerji gibi değişken maliyetlerin toplam maliyetler içindeki
payı yüksekse, yani emek-yoğun üretim yapıyorsa, üretim miktarını artırması
birim maliyetini pek düşürmeyecektir. Bu durumda hasılatının artması karının
artmasını ima etmeyecektir.
Bu ikilem, firmaları taleplerinin fiyat esnekliğini düşürecek olan müşteri bağımlılığı, reklam, pazar araştırması gibi yeniliklere ve maliyetlerinde de değişken maliyetlerin payını düşürecek üretim teknolojisinde ilerlemelere yönlendirir. Toplam hasılat eğrisi talebin fiyat esnekliğinin düşürülmesiyle daha dikleştikçe ve toplam maliyet eğrisi de sabit maliyetlerin payının artmasıyla düzleştikçe (eğimi düştükçe), toplam hasılat ve toplam maliyetin eşitlendiği başa baş noktası daha da düşürülecektir. Daha düşük bir başa baş noktası, hem daha yüksek bir kar marjini mümkün kılar ve daha erken bir üretim noktasından itibaren kar yapmaya başlamayı hem de fiyat düşürerek başa baş noktası daha yüksek olan rakip firmayı alt etmeyi mümkün kılar. Açık ki, bu inovasyonları yapabilen büyük firmaların hasılat eğrileri daha dik, maliyet eğrileri daha düzdür, dolayısıyla başa baş miktarları daha düşüktür. Sadece sabit maliyetleri görece daha yüksek olduğundan başa baş fiyatı daha yüksek olabilir.
Büyük firmaların bu talep yapıları ve maliyet yapıları sayesinde gerçekleştirdikleri aşırı karlarının son dönemde yaşanan enflasyondaki yükselişine katkısını IMF bile kabullendi. Fakat bu büyük firmaların sebep olduğu enflasyonu düşürmenin maliyeti sadece işçilere değil, küçük ve orta ölçekli firmalara da ödetiliyor, enflasyonun talep kaynaklı olduğu iddiasına dayanarak uygulanan faiz artışları ve kemer sıkma politikalarıyla.Soru basit: Hangi firmaların müşterileri kemer sıkma politikaları
karşısında gelir kaybına uğrayıp taleplerini kısmak zorunda kalacaklar?
Elbette, küçük ve orta ölçekli firmaların. Büyük firmaların üst gelir grubu
müşterileri, zaten tasarruf edebileek kadar yüksek gelire sahipler ve
taleplerinin fiyat esnekliği de gelir düzeylerinden ötürü düşük.
Hangi firmaların borçlarını artan faizler nedeniyle çevirememe sorunu ile
karşı karşıya kalıp üretimlerini ve istihdamlarını kısma ihtimali daha yüksek?
Elbette, küçük ve orta ölçekli firmaların.
Yani küçük firmalarda çalışan işçiler işlerini kaybedip yine küçük
firmalardan satın aldıkları malları daha az satın alacaklar.
Büyük firmaların satışlarında azalma, istihdamlarını kısma ve dolayısıyla
(eğer aşırı özgüvenlerinden kaynaklı aşırı borçlanmaya gitmemişlerse)
bilançolarının sarsılma ihtimali daha düşüktür çünkü büyük firmaların hasılat kaybı durumunda ayakta kalma kapasitesi daha yüksektir.
Özetle, büyük firmaların sebep olduğu enflasyonun bedelini sadece işçiler değil, yanısıra küçük firmalar da ödemektedirler. Küçük ve ortak ölçekli firmalar bu kemer sıkma politikaları ve faiz artışlarıyla iflas ettikçe, büyük firmaların da pazar payları ve tekelleşme artar.
Peki enflasyonun kök sebebi gelir üzerindeki çatışma ise, çözümü nedir?
Çözüm, bu çatışmanın hükümetçe dezavantajlılar lehine modere edilmesidir.
Nihayetinde enflasyonla mücadele sadece enflasyonu düşürmek değildir, enflasyon
altında ezilen insan sayısını da azaltmaktır.
Bunun iki önemli enstrümanı da maliye ve gelirler politikalarıdır.
İşsizlik maaşının miktarını ve süresini artırmak, faydalanma kriterlerini
yumuşatmak gelirler politikası kapsamındadır. Daha yüksek işsizlik maaşı, iş
kaybından kaynaklı talep düşüşünü engelleyerek işsizliğin işsizliği artırmasına
da ket vurur.
Asgari ücreti artırmak ve kamu istihdamını ve ücretlerini artırmak da özel
sektördeki ücretlere yukarı yönlü destek sunar. Arz kısıtı sorunları yoksa ve
piyasa yeterince rekabetçiyse, ücret ve gelir artışının tetiklediği talep daha
fazla üretimle karşılık bulacaktır. Verimlilik artışının altında kalan ücret
artışı, sorun olacak kadar yüksek bir enflasyona sebep olmaz. ABD’de pandemi
öncesi düşük enflasyona ücretlerin katkısı %68 düzeyinde iken, pandemi sonrası
yüksek enflasyona katkısı %7 kadar.
Enflasyonu düşürmeye yönelik maliye politikası ise, ulaşım, barınma,
eğitim, sağlık gibi temel hak ve ihtiyaçların kamu tarafından ücretsiz veya çok
ucuz sunulmasının yanısıra aşırı-kar fiyatlaması yapan büyük firmalara dönük
vergilendirmeyi kapsar. (Bir önceki yazıda kiraların devlet tarafından
ödenmesinin imkanlarını tartışmıştım.)
1 yıldır bir işe yaramayan faiz artışından çok daha etkili olabilecek bir
diğer yaratıcı öneri de firmalara, fiyatlarına yansıtmadıkları maaş artışları
kadar vergi indirimi sağlamak olabilir. Bu sayede, ücretleri baskılamak için
bahane olarak kullandıkları ama aslında yüksek kapasite kullanım oranı ve
yüksek sendikalaşma durumunda olabilecek ücret-fiyat spiralı riski de bertaraf
edilmiş, enflasyon baskılanmış olur.
Ücretleri artan işçiler, gelir düzeylerinden ötürü harcama eğilimleri
yüksek (tasarruf eğilimleri düşük) öldüğündan daha çok harcadıkları takdirde
kurumlar vergisi topla(ya)mayan devlet de zaten vergi gelirlerini dayandırdığı
KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilerden daha çok toplayacaktır. Fiyatlara yansıtıldığında artacak karlara mukabil bir kurumlar vergisini toplayamadığından, ücretlilerin harcamasıyla daha çok dolaylı vergi toplayacaktır, obsessive düzeyde takıntı yaptıkları bütçe açığı da düşecektir. Vergi toplayamasa bile,
harcamak için vergiye ve borçlanmaya ihtiyaç duymayan devlet için çok bir sorun
yok, yeter ki bütçeyi sosyal refah çerçevesinde kullanmayı engellemek için
uydurulan ‘mali disiplin’ ve ‘denk bütçe’ adı altında KDV, ÖTV, benzin,
elektrik vs. zammı yapılmasın.
Bu neoliberal tasarımıyla ‘mali disiplin’e itiraz etmek, paranın yoktan
yaratıldığını kavrayamayanların itiraz diye sunduklarını sandıkları “önüne
gelene para dağıtılsın” demek değildir; halihazırda zenginler lehine tasarlanan
bütçenin ve para politikasının, madunlar lehine tasarımını ve disipline edilmesini savunmaktır.