7 Nisan 2024 Pazar

 İktisatçılar ne işe yarar?    

Anaakımın Ekonomiye Giriş ders kitaplarının ilk bölümünde iktisat bilimini  “kıt kaynakları sonsuz ihtiyaçları (son dönemde ihtiyaç yerine arzu demeye başlayanlar oldu) karşılamak üzere optimum dağılımı araştıran bilim” diye tanımlıyorlar. Ama iki ünite sonra “marjinal faydanın azaldığını” söylüyorlar. Yani yediğimiz üçüncü elmanın faydası, ikinci elmaya göre daha düşük. Dördüncününkinin de üçüncüye göre daha düşük ve bir noktada sıfıra yaklaşıyor. Eğer öyleyse, ki öyle, o zaman ihtiyaçlar (arzular) pek de sonsuz değil? Marjinal fayda artan ya da sabit eğilimli olsaydı o zaman sonsuz yiyebilirdik, ihtiyaçlar da sonsuz olabilirdi?

Anaakım iktisadın daha en başı böyle çelişkilerle dolu.

Peki tükettiğimiz doğal kaynaklar bakımından gelecekten 50 yıl borçlu olduğumuzu ve içinde olduğumuz küresel ısınmayı düşününce iktisat bilimi, bu varoluşsal görevini yerine getirmiş diyebilir miyiz? Kıt kaynakların optimum dağılımını sağlamayı becerebilmiş mi?

Tamam, beceremediler.. Eyvallah..

Tüm meslekler her zaman başarılı olmak zorunda değil.

Peki buna dair anaakım iktisatçılarda bir sorgulama, üzerine düşünme var mı?

Yok…

Bu yöndeki eleştiri ve soruları ciddiye alıyorlar mı?

Hayır, ignore edip kulaklarının üzerine yatıyorlar.

Sosyologlar moderniteyi, bireyselleşmeyi, kendi üzerine düşünmek, kendine dışardan bakabilmek olarak tanımlarlar. (Çocuğun aynada kendisinin annesinden ayrı olduğunu idrak etmesiyle başlar o pşisik süreç.)

O zaman biz kendilerini ehil, liyakatlı, çağdaş, modern diye pazarlayan bu iktisatçılara, yanılgılarıyla yüzleşmeyip vaat ettiklerini yerine getirememeleri üzerine düşünmemeleri durumunda hala ‘modern’ ve ‘birey’ diyebilir miyiz?

Kravat takıp şarap içtiklerine göre modern olmalılar. Kemalizm öyle öğretti çünkü onlara…

***

Peki iktisat bilimi aslında ne yapar?

Üretim, tüketim, yatırım, tasarruf, işe alma, işten çıkarma, borçlanma, fiyat belirleme gibi kararları anlamaya çalışır, iktisat bilimi. (Parantez içinde şunu vurgulamalı: İktisadi fenomenler arasındaki ilişkilerden bahsedilirken unutulan bir husus var. Örneğin, işsizlik ile enflasyon, gelir ile tasarruf arasındaki ilişki araştırılır ve tartışılırken, hava sıcaklığı ile yağmur yağması arasındaki gibi mekanik bir ilişki sözkonusu değildir. İşsizlik yüksek/düşük iken firmaların fiyatlama kararlarına bakılıyor. O nedenle, anaakım iktisatçılar, iktisat bilmediklerini örtmek için istedikleri kadar aşırı-matematik kullansınlar ve fizik bilimine öykünsünler, bu determinizm çabaları her seferinde çuvallayan analizlerine ve yanılan tahminlerine çarparak iktisadın bir sosyal bilim olduğunu onlara hatırlatacaktır.)

Ekonomi diyince akıllara ilk ne gelir peki gündelik hayatta?

Haliyle, para…

Bütün bu kararlar ‘para’ üzerinden verilir: Ne kadar kazanacaksındır?

Başka bir ifadeyle, para, bu iktisadi kararlara içkindir. Bir ‘borç ekonomisi’ olan kapitalizminde paranın, takas işlemlerini kolaylaştırmasından daha önemli ve belirleyici olan fonksiyonu, ‘değer saklama aracı’ olmasıdır: Kapitalist, üretip sattığı malı biriktirmeye değil, o satıştan elde ettiği karın parasal olarak biriktirilmesine odaklıdır çünkü para en likit varlıktır. En acil anda ihtiyaç duyulan başka bir mala hemen çevrilebilir, stoklanması, biriktirmesi de zor ve masraflı değildir.

Burada paranın likitliğinin paraya olan talebi yaratırkenki kritik husus, geleceğin belirsizliğidir. Ve karar vermek de, geleceğin belirsizliği altında gerçekleştirilen bir eylemdir. Gelecek belirli ve biliniyor olsaydı, o yapılan eylem ‘karar vermek’ olmayacaktı.

Şimdi anaakım iktisat anlayışının neden hep çuvalladığını berraklaştırabiliriz:

Yoksulluk dayatan anaakım iktisat çuvallıyor çünkü tüm analizini üzerine kurduğu en temel varsayımları yanlış:

1-         Geleceği bilinebilir sanıyor. Tüm ekonometri modelleri, geleceğin belli bir hata payı çerçevesinde bilinebildiğine ve riskin ölçülebildiğine dayanır.

2-         Para arzını ekonomik aktivitelere dışsal (nötr) sanıyor ve MB tarafından dışsal belirlendiğini, kontrol edilebildiğini sanıyor. Dolayısıyla paranın paraya olan (üretim, yatırım, spekülasyon ve tasarruf saikleriyle) talep tarafından yoktan yaratıldığını idrak edemiyor. Para özünde bir borç sözleşmesidir. Hiçbir sözleşme karşılıksız olmayacağı gibi, karşılıksız para basmak gibi bir mefhum da yoktur. Borç sözleşmesi imzalandığında yeni para yaratılır, borç geri ödendiğinde o sözleşme ile beraber o para da yok olur.

3-         Para arzının içsel olduğu idrak edilemediğinden ve kapitalizm bir takas ekonomisi (barter economy) görüldüğünden, büyüme ve yatırımı talep değil arz güdümlü, enflasyonu da arz değil talep güdümlü sanıyor.

4-         Para arzının içsel olduğu, yani paranın yoktan yaratıldığı idrak edilemediğinden faizlerin de kredi talebi- mevduat arzı tarafından içsel belirlendiği sanılıp, MB tarafından dışsal belirlendiği kavranamıyor. (Teorileriyle tutarlı olarak MB’dan faizi artırmalarını değil, para arzını kısmalarını talep etmeleri gerekiyor.)

5-         Paranın yoktan yaratıldığı idrak edilemediğinden kamu harcamalarının Hazine’nin bankası olan MB tarafından yoktan para yaratılarak yapıldığını idrak edemeyip, vergi ve kamu borcuyla finanse edildiği sanılıyor ve buna dayanarak yoksullaştırıcı kemer sıkma politikaları öneriliyor. Oysa dünyanın hiçbir yerinde bütçe açığı ile kamu borcu birbirine denk değil. Kamu borcunun hedefi, tahvil faizlerini etkilemektir. Kamu harcamasından daha çok vergi toplandığında para arzının azalmasına bakıp vergi ödendiğinde, yani vergi yükümlülüğü ortadan kalktığında, paranın yok olduğu da idrak edilemiyor. (On yıllarca Hazine’de ve MB’da üst düzey görevlerde çalışıp hala MB’nin zararını Hazine’ye aktardığını ya da para basarak karşıladığını sanan ‘duayen’ iktisatçılar var.)

Kraliçe II. Elizabeth, 2008 finansal krizi sonrası Kraliyet Akademisi’ndeki önde gelen ‘duayen’ iktisatçılara bir mektup yazıp krizi neden öngöremediklerini sordu. Toplanıp tartışıp aylar sonra verdikleri cevap tam komedi idi: “Riskleri ölçemediğimiz için öngöremedik.”

Zaten öngöremediğimize risk diyor olabilir miyiz? Tam totoloji idi yaptıkları yani ve hala geleceğin bilinemez olduğunu kavrayamamışlardı.

Dönemin Fed Başkanı Bernanke de krizden hemen önce bir kriz öngörmediklerini söylüyordu. (Selva Demiralp de hala çok detaylı binlerce veriyle ve sofistike modellerle çalıştığı için Fed’i eleştirme hakkını kendinde görmediğini söylüyor.)

Oysa gelirden daha hızlı artan aşırı borçlanmanın ve buna dayanarak oluşan varlık balonların bir krize sürüklediğini söyleyen, sesleri duyulmamış heterodoks iktisatçılar vardı.

Şimdi anaakım iktisadın ücretlerin emeğin marjinal verimliliğine göre belirlendiği şeklindeki argümanı üzerinden soralım:

Ücretler, emeğin marjinal verimliliğine göre belirleniyorsa, sürekli yanılan ve kıt kaynakları optimum dağıtmak şeklindeki temel vaatlerini yerine getirememiş anaakım iktisatçıların topluma, hayata kattıkları ‘marjinal verimlilik’ kaçtır? Aldıkları maaşların topluma marjinal verimliliklerine denk olduğuna cidden inanıyorlar mı?

Cevap açık değil mi aslında?

Yalan ve sürekli yanılan teorileriyle işçileri kendi çıkarlarına aykırı politikalara, kemer sıkmaya, yoksulluğa bilimsellik kılıfı altında ikna ederek tekelci finans sermayesinin karlarına yaptıkları katkılarına göre ücretlendiriliyorlar aslında.

Yok öyle değilse, yanıldıkları konuda haklı çıktıklarını iddia edecek bir performans sergilemek yerine entelektüel ahlakın gereğini yerine getirip yanılgılarıyla yüzleşme ve tartışma davetlerine cevap verirler…

2 yorum:

Mustafa Akyol dedi ki...

İlhan Bey sizden ricam kısa kısa enflasyonun sebebini ve çözümünü anlatan bir yazı kaleme alır mısınız? Bazen sizi blocklayan kişilere fazla vakit ayırıyorsunuz ve bu sizi sinirli, her şeyi eleştiren biri gibi gösteriyor.

Halktan biri okusa anlayabilecek seviyede bir yazı çok iyi olurdu. Mesela karşılıksız para basmanın enflasyona sebep olduğu gibi bir cümle gayet kısa ve net. Enflasyonun ben şahsen ana sebebi olduğunu düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz? Çözüm öneriniz nedir?

İbo dedi ki...

Çok güzel bir yazı! Başarılar dilerim! Ekonomi ve finans dünyası için devrim niteliğindeki tespitler var. Umarım topluma ve insanlığa faydalı olur! Yaklaşım konusunda Mustafa arkadaşa katılıyorum. Bu yaklaşım ile ana düşünce ve konu gölgede kalıyor.