İktisatçılar ne işe yarar?
Anaakımın Ekonomiye Giriş ders kitaplarının ilk bölümünde iktisat bilimini “kıt kaynakları sonsuz ihtiyaçları (son
dönemde ihtiyaç yerine arzu demeye başlayanlar oldu) karşılamak üzere optimum
dağılımı araştıran bilim” diye tanımlıyorlar. Ama iki ünite sonra “marjinal faydanın
azaldığını” söylüyorlar. Yani yediğimiz üçüncü elmanın faydası, ikinci elmaya
göre daha düşük. Dördüncününkinin de üçüncüye göre daha düşük ve bir noktada
sıfıra yaklaşıyor. Eğer öyleyse, ki öyle, o zaman ihtiyaçlar (arzular) pek de
sonsuz değil? Marjinal fayda artan ya da sabit eğilimli olsaydı o zaman sonsuz
yiyebilirdik, ihtiyaçlar da sonsuz olabilirdi?
Anaakım iktisadın daha en başı böyle çelişkilerle dolu.
Peki tükettiğimiz doğal kaynaklar bakımından gelecekten 50 yıl borçlu
olduğumuzu ve içinde olduğumuz küresel ısınmayı düşününce iktisat bilimi, bu varoluşsal
görevini yerine getirmiş diyebilir miyiz? Kıt kaynakların optimum dağılımını
sağlamayı becerebilmiş mi?
Tamam, beceremediler.. Eyvallah..
Tüm meslekler her zaman başarılı olmak zorunda değil.
Peki buna dair anaakım iktisatçılarda bir sorgulama, üzerine düşünme var
mı?
Yok…
Bu yöndeki eleştiri ve soruları ciddiye alıyorlar mı?
Hayır, ignore edip kulaklarının üzerine yatıyorlar.
Sosyologlar moderniteyi, bireyselleşmeyi, kendi üzerine düşünmek, kendine
dışardan bakabilmek olarak tanımlarlar. (Çocuğun aynada kendisinin annesinden
ayrı olduğunu idrak etmesiyle başlar o pşisik süreç.)
O zaman biz kendilerini ehil, liyakatlı, çağdaş, modern diye pazarlayan bu
iktisatçılara, yanılgılarıyla yüzleşmeyip vaat ettiklerini yerine
getirememeleri üzerine düşünmemeleri durumunda hala ‘modern’ ve ‘birey’
diyebilir miyiz?
Kravat takıp şarap içtiklerine göre modern olmalılar. Kemalizm öyle öğretti
çünkü onlara…
***
Peki iktisat bilimi aslında ne yapar?
Üretim, tüketim, yatırım, tasarruf, işe alma, işten çıkarma, borçlanma,
fiyat belirleme gibi kararları anlamaya çalışır, iktisat bilimi. (Parantez
içinde şunu vurgulamalı: İktisadi fenomenler arasındaki ilişkilerden
bahsedilirken unutulan bir husus var. Örneğin, işsizlik ile enflasyon, gelir
ile tasarruf arasındaki ilişki araştırılır ve tartışılırken, hava sıcaklığı ile
yağmur yağması arasındaki gibi mekanik bir ilişki sözkonusu değildir. İşsizlik
yüksek/düşük iken firmaların fiyatlama kararlarına bakılıyor. O nedenle, anaakım
iktisatçılar, iktisat bilmediklerini örtmek için istedikleri kadar
aşırı-matematik kullansınlar ve fizik bilimine öykünsünler, bu determinizm
çabaları her seferinde çuvallayan analizlerine ve yanılan tahminlerine çarparak
iktisadın bir sosyal bilim olduğunu onlara hatırlatacaktır.)
Ekonomi diyince akıllara ilk ne gelir peki gündelik hayatta?
Haliyle, para…
Bütün bu kararlar ‘para’ üzerinden verilir: Ne kadar kazanacaksındır?
Başka bir ifadeyle, para, bu iktisadi kararlara içkindir. Bir ‘borç
ekonomisi’ olan kapitalizminde paranın, takas işlemlerini kolaylaştırmasından
daha önemli ve belirleyici olan fonksiyonu, ‘değer saklama aracı’ olmasıdır:
Kapitalist, üretip sattığı malı biriktirmeye değil, o satıştan elde ettiği
karın parasal olarak biriktirilmesine odaklıdır çünkü para en likit varlıktır.
En acil anda ihtiyaç duyulan başka bir mala hemen çevrilebilir, stoklanması,
biriktirmesi de zor ve masraflı değildir.
Burada paranın likitliğinin paraya olan talebi yaratırkenki kritik husus,
geleceğin belirsizliğidir. Ve karar vermek de, geleceğin belirsizliği altında
gerçekleştirilen bir eylemdir. Gelecek belirli ve biliniyor olsaydı, o yapılan
eylem ‘karar vermek’ olmayacaktı.
Şimdi anaakım iktisat anlayışının neden hep çuvalladığını
berraklaştırabiliriz:
Yoksulluk dayatan anaakım iktisat çuvallıyor çünkü tüm analizini üzerine
kurduğu en temel varsayımları yanlış:
1- Geleceği bilinebilir
sanıyor. Tüm ekonometri modelleri, geleceğin belli bir hata payı çerçevesinde
bilinebildiğine ve riskin ölçülebildiğine dayanır.
2- Para arzını ekonomik
aktivitelere dışsal (nötr) sanıyor ve MB tarafından dışsal belirlendiğini,
kontrol edilebildiğini sanıyor. Dolayısıyla paranın paraya olan (üretim,
yatırım, spekülasyon ve tasarruf saikleriyle) talep tarafından yoktan
yaratıldığını idrak edemiyor. Para özünde bir borç sözleşmesidir. Hiçbir
sözleşme karşılıksız olmayacağı gibi, karşılıksız para basmak gibi bir mefhum
da yoktur. Borç sözleşmesi imzalandığında yeni para yaratılır, borç geri
ödendiğinde o sözleşme ile beraber o para da yok olur.
3- Para arzının içsel olduğu
idrak edilemediğinden ve kapitalizm bir takas ekonomisi (barter economy)
görüldüğünden, büyüme ve yatırımı talep değil arz güdümlü, enflasyonu da arz
değil talep güdümlü sanıyor.
4- Para arzının içsel olduğu,
yani paranın yoktan yaratıldığı idrak edilemediğinden faizlerin de kredi
talebi- mevduat arzı tarafından içsel belirlendiği sanılıp, MB tarafından
dışsal belirlendiği kavranamıyor. (Teorileriyle tutarlı olarak MB’dan faizi
artırmalarını değil, para arzını kısmalarını talep etmeleri gerekiyor.)
5- Paranın yoktan yaratıldığı
idrak edilemediğinden kamu harcamalarının Hazine’nin bankası olan MB tarafından yoktan para
yaratılarak yapıldığını idrak edemeyip, vergi ve kamu borcuyla finanse
edildiği sanılıyor ve buna dayanarak yoksullaştırıcı kemer sıkma politikaları
öneriliyor. Oysa dünyanın hiçbir yerinde bütçe açığı ile kamu borcu birbirine
denk değil. Kamu borcunun hedefi, tahvil faizlerini etkilemektir. Kamu
harcamasından daha çok vergi toplandığında para arzının azalmasına bakıp vergi
ödendiğinde, yani vergi yükümlülüğü ortadan kalktığında, paranın yok olduğu da
idrak edilemiyor. (On yıllarca Hazine’de ve MB’da üst düzey görevlerde çalışıp
hala MB’nin zararını Hazine’ye aktardığını ya da para basarak karşıladığını
sanan ‘duayen’ iktisatçılar
var.)
Kraliçe II. Elizabeth, 2008 finansal krizi sonrası Kraliyet Akademisi’ndeki
önde gelen ‘duayen’ iktisatçılara bir mektup yazıp krizi neden
öngöremediklerini sordu. Toplanıp tartışıp aylar sonra verdikleri cevap tam
komedi idi: “Riskleri ölçemediğimiz için öngöremedik.”
Zaten öngöremediğimize risk diyor olabilir miyiz? Tam totoloji idi
yaptıkları yani ve hala geleceğin bilinemez olduğunu kavrayamamışlardı.
Dönemin Fed Başkanı Bernanke de krizden hemen önce bir kriz öngörmediklerini
söylüyordu.
(Selva Demiralp de hala çok detaylı binlerce veriyle ve sofistike modellerle
çalıştığı için Fed’i eleştirme hakkını kendinde görmediğini söylüyor.)
Oysa gelirden daha hızlı artan aşırı borçlanmanın ve buna dayanarak oluşan
varlık balonların bir krize sürüklediğini söyleyen, sesleri duyulmamış
heterodoks iktisatçılar vardı.
Şimdi anaakım iktisadın ücretlerin emeğin marjinal verimliliğine göre belirlendiği şeklindeki argümanı üzerinden soralım:
Ücretler, emeğin marjinal verimliliğine göre belirleniyorsa, sürekli
yanılan ve kıt kaynakları optimum dağıtmak şeklindeki temel vaatlerini yerine
getirememiş anaakım iktisatçıların topluma, hayata kattıkları ‘marjinal
verimlilik’ kaçtır? Aldıkları maaşların topluma marjinal verimliliklerine denk
olduğuna cidden inanıyorlar mı?
Cevap açık değil mi aslında?
Yalan ve sürekli yanılan teorileriyle işçileri kendi çıkarlarına aykırı politikalara, kemer sıkmaya, yoksulluğa bilimsellik kılıfı altında ikna ederek tekelci finans sermayesinin karlarına yaptıkları katkılarına göre ücretlendiriliyorlar aslında.
Yok öyle değilse, yanıldıkları konuda haklı çıktıklarını iddia edecek bir performans sergilemek yerine entelektüel ahlakın gereğini yerine getirip yanılgılarıyla yüzleşme ve tartışma davetlerine cevap verirler…
İlhan Bey sizden ricam kısa kısa enflasyonun sebebini ve çözümünü anlatan bir yazı kaleme alır mısınız? Bazen sizi blocklayan kişilere fazla vakit ayırıyorsunuz ve bu sizi sinirli, her şeyi eleştiren biri gibi gösteriyor.
YanıtlaSilHalktan biri okusa anlayabilecek seviyede bir yazı çok iyi olurdu. Mesela karşılıksız para basmanın enflasyona sebep olduğu gibi bir cümle gayet kısa ve net. Enflasyonun ben şahsen ana sebebi olduğunu düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz? Çözüm öneriniz nedir?
Çok güzel bir yazı! Başarılar dilerim! Ekonomi ve finans dünyası için devrim niteliğindeki tespitler var. Umarım topluma ve insanlığa faydalı olur! Yaklaşım konusunda Mustafa arkadaşa katılıyorum. Bu yaklaşım ile ana düşünce ve konu gölgede kalıyor.
YanıtlaSil