22 Aralık 2023 Cuma

Enflasyon hedeflemesi aslında ne işe yarıyor? Finansallaşmaya ve tekelleşmeye yarıyor

Resmi olarak 1990 yılında Yeni Zelanda Merkez Bankası'nın başladığı enflasyon hedeflemesini, aslında 1970lerin sonunda Fed başkanı Paul Volcker’in o dönem çok yüksek artan enflasyona karşı sert ve agresif faiz artışlarıyla karşılık verdiği politikalarına kadar götürmek mümkün. Yeni Zelanda'dan sonra Kanada, İngiltere ve ABD merkez bankalarının ardından enflasyon hedeflemesi birçok ülkede uygulanan bir politikaya döndü. Türkiye ise 2001 krizi sonrası uygulanan reformlar çerçevesinde enflasyon hedeflemesini resmi olarak uygulamaya başladı.

İlginç olan, dünyada hiçbir merkez bankasının ve bu uygulamayı savunan hiçbir anaakım iktisatçının hedef seçilen enflasyon oranının neden hedef seçildiğini açıklayan ampirik bir bilimsel çalışması yok. Sevgili arkadaşım Prof. Louis-Philippe Rochon, yukarıda saydığım önde gelen merkez bankalarının arşivlerini karıştırıp neden %2’nin hedef seçildiğini temellendiren bir ampirik çalışma aradı ama bulamadı. Ben de bunun üzerine twitter'da eski Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası başkanlığı, başkan yardımcılığı, baş ekonomistliği, Para Politikası Kurulu üyeliği yapmış önde gelen iktisatçıları etiketleyip “neden %5’in hedef seçildiğini açıklayan bir çalışmaları var mı?” diye sorduğumda, herhangi bir cevap alamadım. İlginç değil mi? Bir hedef enflasyon oranı seçiyorsunuz, bunu tüm dünyaya dayatıyorsunuz ama o hedef oranı neden seçtiğinizi temellendiren bir çalışmanız yok.

Peki bu enflasyon hedeflemesi hangi teorik çerçeveye dayanıyor, aslında neyi hedefliyor ve başarılı oluyor mu?

Merkez bankalarının enflasyon hedeflemelelerinin teorik dayanağı, enflasyonun temel olarak talep kaynaklı olduğu iddiasıdır. Talep kaynaklı enflasyonu indirmenin yolu da elbette işsizliği artırarak, maaşları baskılayarak talebi düşürmektir.

Faizi, tasarruf arzı ile kredi talebinin kesiştiği yerde belirlendiğini sandıkları doğal faiz oranının üzerine; işsizliği de emek talebi ile emek arzının kesiştiği yerde belirlendiğini sandıkları doğal işsizlik oranının üzerine çıkarmak üzerine kurulu enflasyon hedeflemesi. Ne var ki, ne doğal faiz oranı, ne de doğal işsizlik oranı diye bir mefhum var. (Bu konuyu daha önce bu yazımda irdelemiştim.) Dahası, enflasyon temel olarak talep değil, arz kaynaklıdır. Talebin sebep olabileceği enflasyon ise önemsenmeyecek kadar düşük bir enflasyon düzeyidir, zira talebin asıl kaynağı olan ücretlerin artışı üretim ve verimlilik artışını tetiklediği ölçüde enflasyonu baskılar. 1979-2019 arası ABD'de enflasyon çok düşükken emek maliyetlerinin enflasona katkısı %62 kadar. Ama 2020 sonrası yüksek olan enflasyona katkısıysa 8%.



Eğer tedarik sorunları yoksa, ve söz konusu ürünler stoklanabilen ve hemen yeniden üretilebilen ürünlerse, atıl kapasite varsa, arz talebi takip eder. Talep artışına, fiyat artışından ziyade üretim artışı ile karşılık verilir- tabii piyasa yeterince rekabetçi ise. Fakat arz kısıtı ve tedarik sorunları varsa, arz talebi takip edemez. Pandemi sonrası enflasyonun temel sebebi bu idi. Anaakımcılar talep ile enflasyonun düzeyine bakıp "aha, talep enflasyonun üzerinde, o zaman talep baskılanmalı" gibi basit ve ezberci bir yaklaşıma girdiler. Oysa talebin enflasyonun üzerinde olması, talebin artmış olmasından değil, arzın düşmüş ve artırılamıyor olmasından kaynaklı idi.

Böyle bir enflasyonun çaresi de, talebi düşürmek değil arzı artırmak, tedarik sorunlarını çözmek idi. Nitekim, 2022 Ekim'inden sonra tüm dünyada düşen enflasyon, faiz artışları sayesinde değil, tedarik sorunlarının hafiflemesiyle düştü (Bkz. Grafik 1). Zira faiz artışlarıyla ne işsizlik arttı (aksine enflasyon düşerken işsizlik de düştü), ne de kredi talebi düştü (aksine enflasyon nedeniyle arttı, bkz. Grafik 2), ne tasarruflar arttı- hatta düşş, ne de tüketim harcamaları düş (bkz Grafik 3). Bu durumda, düşen enflasyonu faiz artışlarına ve merkez bankalarının başarısına atfetmek, entelektüel açıdan tutarsızlık örneğidir.

 

Grafik 1: Küresel tedarik baskı endeksi

Grafik 2: Özel sektöre verilen kredi



Grafik 3: Bireysel tasarruf oran
ı ve tüketim harcamaları

Öte yandan, alt ve üst gelir gruplarının tüketim harcamaları ve tasarrufları, (reel) faize duyarlı değildir; tasarruf temel olarak gelir düzeyinin bir fonksiyonudur. O nedenle, enflasyonun düşmemesini negatif reel faize bağlamanın hiçbir temeli yoktur. Zaten Ekim 2022’de dünyada enflasyon düşmeye başlarken birçok ülkede reel faizler negatif idi, Haziran 2023’te pozitife döndü. ABD'de mevduat faizleri %0.5'nin üzerine çıkmadı, reel mevduat faizleri hep negatif idi. Enflasyonun düştüğü Japonya’da nominal faizler hep negatif idi. Üst gelir grubu, en az enflasyon kadar artan cari geliri içinden tüketim harcamasını yapar, tasarrufları içinden değil. Alt gelir grubu ise tasarruf edebilecek kadar geliri yoktur ve tüketim harcamasının büyük kısmını gıda, barınma, elektrik-su-doğalgaz gibi enflasyonist olan temel ihtiyaçları teşkil eder. İleride beyaz eşya, mobilya gibi dayanıklı mal satın alabilmek için tasarruf eden orta-sınıf ise eridi. Daha önemlisi, gelir düzeyi arttıkça talep gıda gibi dayanıksız ve stoklanamaz ürünlere değil, stoklanabildikleri için talep artışı üretim artışı ile karşılanan dayanıklı mallara akar. Talep düşüşünün enflasyonu düşürebilmesi için, talebi düştüğünde üretimi değil fiyatı düşürülen dayanıklı mallardaki fiyat düşüş oranının, gıda gibi dayanıksız mallardaki fiyat artış oranının üzerine çıkması lazım. Bu ise geçici ve nadir bir durumdur çünkü süreklileşen bir talep ve gelir düşüşü, yoksulluğu ve işsizliği yeterli düzeyde artırdıkça tüketim sepeti içinde gıdanın payını artıracağı gibi, dayanıklı mallarda birim maliyeti artıracak olan üretim daralmasını da tetikleyecektir.

Keza, örneğin ürününüzü 10$'a satın alan 10 kişi var. Hasılatınız, 100$. Müşterilerinizden ikisi işini kaybetti ve sadece 7$ ödeyebiliyorlar. Kalan 8 kişi 12$'a satın almaya hazır. Fiyatınızı 7$'a mı düşürürsünüz yoksa 12$'a mı yükseltirsiniz? Böyle talep esnekliğinin düşük olduğu ve tekelci piyasanın olduğu bir durumda, artan işsizlik, enflasyonu artırır.

Anaakımcılar para arzı ile enflasyon arasındaki ilişkinin yönünü karıştırdıkları gibi, neyin talep neyin arz yönlü olduğunu da karıştırıyorlar. Yatırım talep tarafından, fiyatlar arz faktörleri tarafından belirlenirken; yatırımın arz faktörleri, fiyatların da talep tarafından belirlendiğini sanıyorlar. Beklentiler yatırım kararlarını belirlerken, fiyatların beklentiler tarafından belirlendiğini sanıyorlar. Firmalar kaç mal satacaklarını bilemezlerken fiyatlarını da 'bilinemez' yapamazlar. Bizzat Fed’in kendi çalışması, beklentilerin fiyatlama kararları üzerinde etkili olmadığını gösteriyor. Fiyatların temel belirleyenleri; sektördeki rekabet düzeyi, ürünlere olan talebin fiyat esnekliği, birim maliyeti belirleyen üretim düzeyi ve aramalı, hammadde, enerji gibi girdilerin fiyatlarıdır. Beklentilerin fiyatlarını belirlediğini iddia etmek, ya da "fiyatlama davranışları bozuldu" demek, büyük firmaların birim maliyetlerinin üzerine koydukları yüksek kar-payı (markup) fiyatlamasını gizlemeye yarar. Dahası, bu beklenti anketine yanıt verenler, sadece dördü reel sektörden olmak üzere hepi topu 40 kişi. Bu 40 kişinin beklentilerinin piyasadaki tonlarca ürünün fiyatını belirlediğini iddia etmek, ne bilimsel ne de ahlaki ölçütlerle bağdaşır.

Enflasyon hedeflemesinin uygulandığı dönemde dünyada enflasyon düştü fakat öncelikle bu ucuz üretimin yığıldığı Çin ve çevresindeki ülkeler sayesinde oldu. Çin'de patlak veren pandemi ile bu küresel üretim zincirinin kırılması sonrasında enflasyonun nüksetmesi de bunun kanıtıdır. Diğer kanıtı ise, enflasyon hedeflemesi uygulamayan ülkelerde de enflasyonun düşmüş olmasıdır.

Yani hem 1990 sonrasında hem de pandemi sonrasında enflasyonun düşmesinde merkez bankaları rol çalıyorlar. Sıkça dillendirdikleri 'gecikme etkisi' sözü de bu gerçeği yamultan bir manipülasyondur çünkü fiyatlama kararı, yatırım kararı gibi uzun erimli bir karar değildir. Merkez bankalarının yönettiklerini söyledikleri enflasyon beklentilerinin değişimi 1-2 yıl almaz.

Peki, enflasyon hedeflemesi aslında enflasyonu yönetemiyorsa niye uygulanıyor?

Enflasyon hedeflemesi uygulandığından beri dünya ekonomisinde temel olarak ne olduysa, ona hizmet ediyor: Tekelleşme ve finansallaşma.

Bu mevzuyu ayrıntılı olarak bu yazımda tartışmıştım. Yeniden özetleyecek olursam: Hem artan tekelleşme, yarattığı maaş eşitsizliği ile finanşallaşmayı güdülemekte, hem de finansal yatırımcılar, o anaakım iktisatçılarca çok önem verilen ve övülen merkez bankalarının sözlü yönlendirmelerine (forward guidance) ve faiz kararlarına dair beklentilerine binaen finansal varlıklardaki pozisyonlarını güncelliyorlar, yani spekülasyon yapıyorlar. O PPK karar metinlerinde hedef kitle, öyle iddia edildiği gibi tüketim mallarının fiyatlarını belirleyen üretici firmalar değil, finansal sermayedir: Merkez bankaları “Faizi artıracağım, indireceğim, yavaş artıracağım” imalarıyla finansal sermayenin tahvil, hisse gibi finansal varlıkların gelecekteki fiyatlarına dair spekülasyonlarla finansal kar yapmaları hedefleniyor. Eğer faiz sabitlenseydi, ve enflasyonla mücadele çok daha etkili olan maliye politikasıyla yürütülseydi, finansal varlık fiyatları ve onlara dair spekülasyonlar da bu kadar çok oynamayacak, finansal kar imkanları daralacaktır.

Faizleri çok sert artırmak bilançosu kırılgan olan, borç-gelir oranı yüksek olan firmaları iflasa sürükleyerek piyasadaki yoğunlaşmayı (tekelleşmeyi) artırırken; faizleri çok düşük tutmak da gerekli regülasyonlar olmadığında ‘spekülatif borçlanma’ sayesinde artan hisse fiyat artışlarının  tetiklediği agresif ele geçirmeler (takeover) ve şirket birleşmeleri yoluyla tekelleşmeyi artırıyor.

Şimdi Mayıs 2023’teki seçimden sonra göreve gelen ortodoks (anaakım) kadro, hem ‘enflasyonu düşüreceğim’ adı altında 6 ay gibi kısa bir sürede faizleri 4 katına çıkardı hem de ‘rezerv biriktiriyorum’ adı altında kuru neredeyse 2 katına çıkardı. (İlginçtir ki, enflasyon ve enflasyonun en önemli belirleyicisi dedikleri beklentiler azalmadı, arttı.) Peki bu durum en çok kimin çıkarına? Tabii ki, gelmeleri için takla attıkları, Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’a bir telefonla ulaşabilen yabancı finansal sermayeye ve finanstan da beslenen tekel konumundaki yerli büyük sermayeye. Faiz zirve yaptıkça tahvil ve hisse fiyatları dip yapacak. Kur yükseldikçe TL de ucuzlayacak. MB seneye faiz indirmeye başladığında tahvil fiyatları artmaya başlayacak. Yabancı çıkarken hem  fiyatı artmış tahvil fiyatından hem de kurdan (sattığında değerlenmiş olan TL’den) kar yapacak. Zaten o nedenle Haziran ayında Bank of America gelme şartı olarak kurun 25 TL’yi faizin de %40’i geçmesini şart koşmuştu. Şimdi bu koşullar sağlandığı için Türkiye hakkında olumlu rapor yazıyor ve son haftalarda gelmeye başladılar TCMB’nin faiz artırımında zirveye yaklaştığını ima etmesi üzerine. Mahfi Eğilmez gibi, bildikleri yanıldıklarına yetmeyen  anaakımcı duayenler de faiz artışlarının kuru düşüreceği iddialarındaki yanılgılarını yapısal reformlarla açıkladıklarını sanıyorlar. Biz ise en başından beri, küresel finans sermayesinin siz faiz artırdıkça size daha da faiz artıracaklarını, sizi kur-faiz sarmalına sokacaklarını yazıyorduk.

Özetle, iktisat teorileri ve iktisat politikaları, toplumdaki güç ve sınıf çatışmalarından azade değildir. Bunları kabullenmemiz gereken, nötr ve teknik mevzularmış gibi anlatan anaakım iktisatçılar, bu gerçeğin üzerini örtme işlevi görüyorlar ve o nedenle egemenlerin medyasında muteber, duayen olarak pazarlanıyorlar. Merkez Bankacılığı, nötr ve tüm toplumun çıkarlarını gözetiyorsa, neden Para Politikası Kurulları’nda bir tane bile sendika temsilcisi yok? Neden MB başkanları işveren örgütleriyle ve finans çevreleriyle görüşürlerken sendikalarla görüşmezler?

15 Aralık 2023 Cuma

 Anaakım iktisat Almanya’yı da mahvediyor: Bütçe krizi

Almanya gündemini takip ediyor musunuz?

Son aylarda Anayasa Mahkemesi’nin hükümetin bütçesini kilitleyen kararı ve bütçe krizi tartışılıyor. 2011’de Anayasa’ya koyulan Anayasa’nın 109’uncu maddesine göre, ‘borç freni’ gereği, hükümet en fazla GSYİH’nın yüzde 0.35’i kadar yeni borç yapabilir. Savaş, salgın, doğal afet gibi olağanüstü zamanlarda bu kısıt esnetilebiliyor.

Anamuhalefet Partisi CDU’nun lideri  Friedrich Merz; FDP, SPD ve Yeşiller’den müteşekkil olan hükümetin Covid-19 salgınıyla mücadeleye ayırdığı ama harcamadığı 60 milyar Euro kadar özel bütçenin, başta iklim değişikliğine karşı başka alanlarda kullanılmasının Anayasa’ya aykırı olduğu iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi başvuruyu doğru bulunca bütçe kilitlendi ve Maliye Bakanı Christian Lindner, bütçede gelecek yıl için hedeflenen tüm harcama taahhütlerinin geçici olarak dondurulduğunu duyurdu.

15 Aralık’ta Federal Meclis, borç freninin askıya alındığı 2023 ek bütçesini, borçlanma sınırını 44,8 milyar Euro aşarak onayladı. Askıya almanın temellendirmesi ise, Ukrayna’ya yönelik acil yardıma dayandırıldı. Fakat Ukrayna Savaşı sonrası artan enerji fiyatlarının son kullanıcılara, hanehalklarına yansıtılmasını düşürmek için şimdiye değin yapılan sübvansiyonların ve işsizlik maaşı vd. başka sosyal harcamaların azaltılması gündemde ve hükümetin neoliberal ortağı FDP tarafından da talep ediliyor.

Oysa FDP’li Maliye Bakanı Lindner, 30 Ağustos 2023’te kurumlar vergisini düşürmeyi önerdikten 6 gün sonra bütçe açığının artacağı temellendirmesiyle sosyal harcamaları kısmayı, kemer sıkmayı önerdi. Bu çelişkili tavır, neoliberal anaakımcıların zeka ve ahlak düzeylerine dair önemli bir örnek teşkil ediyor.

Anaakım bir iktisatçı olan Prof. Dr. Christian Kastrop’un fikir babalarından olduğu ‘borç freni’, kamu harcamasının, öncesinde toplanan vergi ve kamu borcu ile finanse edildiği varsayımına dayanıyor.

Ne borç frenini savunanlar ve akledenler, ne hükümet, ne de kamuoyunda bunu tartışanlar, şu soruları soruyorlar kendilerine:

1-      Madem kamu harcaması, vergi ve borçla finanse ediliyor, Almanya neden bütçe fazlası verdiği 2013-2019 yıllarında (Grafik 1) borçlandı (Grafik 3)? Üstelik, borçlanmanın GSYİH’ya oranı, bütçe açığı verdiği dönemlerdekine nazaran daha yüksekti.

2-     Tahvil faizleri neden bütçe açığının zirve yaptığı 2021’de artmadı da, Avrupa Merkez Bankası’nın 2022 ortasında politika faizini artırmasını bekledi? (Grafik 2) Nihayetinde bütçe açığı artınca faizlerin artması gerekiyordu teoriye göre?

3-             Almanya bütçe fazlası verirken bu yıllarda, aynı dönemde bütçe açığı veren Fransa ile tahvil faizleri ve kamu borcu, hemen hemen aynı düzeylerde idi ve aynı güzergahı izlediler. (Grafik 2) Neden?

4-       2019 yılı toplam vergi geliri 790 milyar olan Almanya, 2020’nin Mart ayında Corona ile mücadele için 750 milyar Euro tutarında bir destek paketini meclisten geçirdi. Bunun için diğer harcama kalemleri kısılmadı, öncesinde veya sonrasında vergiler artırılmadı, extradan önceki yıllara nazaran daha büyük bir borçlanmaya gidilmedi (Grafik 4). 2022 ortasına kadar enflasyon da, faizler de nüksetmedi (Grafik 2). Neden?

5-        Kamu borcunun gelecek nesillere, yükselen kamu borcunu ödemek için artacak olan vergiler nedeniyle  yük olduğunu söylüyorlar. Ama son 40 yılda kamu borcu artarken vergi oranları indirildi. Sadece Almanya'da da değil. (Grafik 5) Neden?

6-        Peki bugün ihraç edilen 30 yıllık tahvil, vadesi geldiğinde kime ödenecek? Bugün 5 yasında olan çocuğa. Yük mü bu durumda? Öte yandan, devletler kamu borçlarını ödemezler, vadesi gelen tahvili ödemek için yeni tahvil ihraç ederler. Bu durumda vergi artırmaya gerek var mı borcu ödemek için?

Anaakım iktisatçıların, bu basit soruları kendilerine soracak ve cevaplayacak entelektüel cesaretleri ve tutarlılıkları zayıftır. Çünkü bu sorular ve cevapları, topluma yoksulluk ve kemer sıkma dayattıkları teorilerini kökten sarsar.

O nedenle, Hazine'nin, Hazine'nin bankası olarak Merkez Bankası aracılığıyla harcadığı anda para yarattığını; kamu borcunun (yani tahvil ihracının) amacının bütçe açığını finanse etmek değil aslında faizleri yönetmek olduğunu; verginin amacının kamu harcamalarını finanse etmek değil, yeniden bölüşüm, bazı davranışları yönlendirmek ve parayı 'para kılmak', para birimine toplumsal kabul sağlamak olduğunu gizlemek zorundadırlar.

Kendi parasını basan bir entite olarak devletin batacağı yalanına kamuoyunu ikna etmeseler; işsizliği artırmayı, maaşları baskılamayı, piyasa yoğunlaşmasını (tekelleşmeyi) yüksek tutmayı, kısacası yoksulluğu meşrulaştırmaktan da mahrum kalırlar.

Özetle, 2021 seçimleri sonrasında Yeşiller’in ve SPD’nin koalisyon kurma şantajıyla FDP tarafından daha da sağa çekilmesi ve SPD’nin seçim vaatlerini sahiplendiği için zaten oyları düşmüş olan Die Linke’nin geçen ay 10 vekilinin partiden ayrılmasıyla Meclis’te grup olma avantajlarını yitirmesiyle, Sol’un iyice zayıfladığı; AfD gibi ırkçı, yabancı düşmanı bir partinin anketlerde oldukça yüksek göründüğü, tamamiyle sağın egemenliğine geçmiş Almanya’yı parlak günler beklemiyor. Alman sosyal demokratları, yine korkaklıklarıyla ve garanticilikleriyle yeni karanlık maceralara kapı aralıyorlar.

Sol partilerin iktisat ve bütçe anlayışlarının sağın bu uyduruk, gerçekle alakası olmayan neoliberal teorilerine boyun eğmiş olmasının büyük payı var bu gelecek karanlık günlerde. Talep kaynaklı olmayan, arz kısıntılarından kaynaklı enflasyonu baskılamak bahanesiyle temellendirilen  faiz artışları ve kamu harcamalarındaki kesintiler, yüksek düzeyde iflasları ve dolayısıyla işsizliği tetikliyor; Almanya ekonomisini resesyona sürüklüyor. 1933’te Weimar Cumhuriyeti’nde ve diğer ülkelerde olduğu gibi, kemer sıkma politikaları aşırı-sağı güçlendiriyor. Bu uyduruk ‘borç freni’ yönündeki Anasaya Mahkemesi kararı ile bütçenin kilitlenmesi ve onun getireceği kesintiler, süreci daha da kötüleştirecek.

 



Grafik 1: Almanya ve Fransa’nın 2013 sonrası bütçe/GSYİH oranları. Kaynak: tradingeconomics.com



 

Grafik 2: 2013 sonrası Almanya ve Fransa’nın 10 yıllık tahvil faizleri. Kaynak: tradingeconomics.com




 

 Grafik 3: Almanya ve Fransa’nın 2013 sonrası kamu borçları. Kaynak: tradingeconomics.com

 

 


Grafik 4: Almanya’nın kamu borcu/GSYİH oranı. Kaynak: tradingeconomics.com



Grafik 5: Almanya, vergi oranı ve kamu borcu/GSYİH oranı. Kaynak: tradingeconomics.com

11 Kasım 2023 Cumartesi

 Büyümenin, yatırımın demokrasi ve hukuk ile ilişkisi

Yabancı sermayenin Türkiye’yi terk ettiği son yıllarda güncel tartışmalara konu olan büyüme, yatırım ile demokrasi arasındaki çetrefilli mesele, iktisat literatüründe geniş bir yer tutuyor. Anayasa Mahkemesi’nin TİP Hatay vekili Can Atalay için hak ihlali kararı vermesi sonrasında Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin AYM hakkında suç duyurusunda bulunması sonrasında anaakımcı iktisatçılar, “yabancı sermaye gelmeyecek” ferevanında bulundular.

Tabi buradaki temel stratejik kaygılarının, 4 ayda %8.5’tan %35’e getirdikleri politika faizinin o çok istedikleri yabancı sermaye çekişini ve bu sayede kuru ve enflasyonu düşürmeyi başaramamış olmasına kılıf uydurmak olduğunu vurgulamalıyım.

Diğer tonlarca hak ihlaline itiraz etmemelerinden belli ki, püriten anaakımcı iktisatçıların demokrasi ve insan haklarına bakışları, yurttaşların özgürlüklerini değil; yabancı sermayeyi çekmeyi dert ediniyor. Yabancı sermayeyi kaçırmadığı sürece hükümet/devlet istediği kadar hak ihlali yapabilir bu bakışa göre.

Bu feravanlara ise daha ziyade Marksist cenahtan, “sermaye hukuka bakmaz” temelinde itirazlar geldi.

Ben, bu itiraza büyük ölçüde hak vermekle beraber bazı rezevlerim var. Bunları vurgulamak istiyorum…

Ülkedeki hukuki düzene, siyasal istikrara bakmayacak olan sermaye, bir bilgisayar tuşu ile tahvil ve hisse alacak olan ve anaakımcı iktisatçıların gelmeleri için can attıkları finansal sıcak sermayedir. Finansal sermaye, doğası gereği kısa-vadeli bir ufka sahiptir ve finansal varlıkların gelecekteki fiyatlarına dair yaptıkları spekülasyon ile kazanç elde ederler. Mülkiyet haklarını ve sözleşmelerini güvenceye alan asgari düzenlemeler olduğu sürece, tahvil ve hisse piyasasına girip çıkarlar.

Fakat siyasetin ve hukuki güvencenin büyük ölçüde belirlediği istikrarın, ‘doğrudan yabancı yatırım’ denilen reel yatırım ve yerli reel yatırım için önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu kararlar daha uzun erimlidir, zira üretim ve o üretimden edinilecek hasılatın geri dönüşü zaman alır ve yatırım kararı, geleceğin belirsizliği altında alınan bir karardır. O nedenle olabildiğinde belirsizliğin azaltılması, istikrarın sağlanması, yatırım kararları için önemsiz bir faktör değildir. Dahası o üretimin yapılacağı kompleks organizasyonun ve tedarik zincirinin akışlarının sözleşmelerle güvenceye alınması, iş gücünün eğitim düzeyi, ülkenin hukuk ve demokrasi kalitesinden azade değil.

Bu, anaakım iktisadın anlatısı ve biraz arz yönlü bir yaklaşım. Çok yanlış değil ama eksik bana kalırsa. Evet, Çin gibi otoriter rejimlere çokça yabancı yatırım gitti fakat, hem tonlarca mülkiyet haklarına dair hukuki sorun yaşadılar hem de giden sektörler, bu riskleri göze aldıracak kadar emek-maliyetlerinin çok düşüklüğünü önemseyecek olan daha ziyade emek-yoğun sektörlerdi. Örneğin Alman otomotiv ve kimya firmaları gitmediler, çünkü hem Almanya’nın ‘karşılaştırmalı kurumsal üstünlüklerini’ hem de sektör-spesifik olan Alman iş gücünün teknik eğitim seviyesinin avantajlarını terk etmeyi, emek-maliyetlerinin düşüklüğüne değer görmediler. Dolayısıyla global doğrudan yatırımların büyük kısmının, gelişmekte olan ülkelere değil, gelişmiş ülkelere gittiği bir tablo var karşımızda.


Katma-değeri düşük, emek-yoğun ama hacim olarak çok yatırım, gelişmekte olan ülkelere giderken; belki hacim olarak düşük ama katma-değeri ve teknoloji-yoğunluğu yüksek yatırımlar gelişmiş ülkelere gitti. (Türkiye’ye gelen doğrudan yatırımların, yeni fabrika açmak yerine varolan tesisleri satın alarak geldiğini, bunun da borsada hisse almaktan farkının bürokratik süreçler nedeniyle prosedür ve zaman olduğunu da vurgulamalı. Hatırlanacağı üzere Volkwagen Manisa’da fabrika açacaktı fakat Türkiye’nin muhalefetinin destek verdiği tezkerelerle sürekli girdiği Suriye savaşının ve diğer politik gelişmelerin sebep olduğu istikrarsızlık nedeniyle vazgeçti. Volkswagen firmasının İş Konseyi’nde söz sahibi olan sendikanın da bu kararı engellediğini not etmeli.)

Benim büyüme ve büyümenin temel motoru olan reel yatırım ile demokrasi arasında kurduğum ilişki, talebin daha belirleyici olduğu bir post-Keynesyen yaklaşıma dayanıyor.

Özellikle 2016’dan beri derinleşen otoriterleşmenin de sergilediği üzere, karar süreçlerinn merkezileşmesi, eşitsizliği artıran bir faktör. Sadece karar merkezine yakın olanların, devlet eliyle yaratılan ranta eriştiği, ve yine o merkeze yakın olanların rakip firmalarının devlet eliyle (vergi cezası vb) tasfiye edildiği, o iktidar merkezine yakın olan firmaların reklam piyasasını şekillendiren medyaya hakim olduğu, krediye erişimlerinin daha kolay olduğu bir durum, hem piyasada tekelleşmeyi besler hem de eşitsizliği artırır. İktidara yakın olan sermayedarın ihale alabildiği, iktidara yakın olan işçinin iş bulabildiği, diğerlerinin dışarda kaldığı bir durum; ekonomik sirkülasyonun istikrarlı bir büyümeyi mümkün kılacak şekilde dönmesine engel olur.

Kalecki ve Steindl’dan biliyoruz ki, tekelleşmenin ve onun beslediği eşitsizliğin yüksek olduğu bir durumda, yatırımlar ve üretim düşük kalır. Çünkü hem piyasayı domine eden az sayıdaki firma, birim maliyetlerinin üzerine yüksek kar payı koyabildiklerinden çok üretmeye gerek duymadan yüksek karlar edinebilirler; hem de böyle bir piyasada işsizlik yüksek, talep düşük olduğundan yatırımlar güdülenmez. Büyüme de anca, maaşları baskılanan hanehalklarının yaşam standartlarını korumak için çekmek zorunda kaldıkları tüketici kredileri ile ağır aksak ve istikrarsız olur.

Gerek Sol muhalif, gerekse de sağ liberal anaakım iktisatçılarca yeterince vurgulanmayan, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçim yarışına adaylardan sevgili Selahattin Demirtaş'ın cezaevinden katılmasındaki garabettir. Bu garabet, yeterince anlaşılmıyor, vurgulanmıyor. Bunun olduğu bir ülkede, sadece yatırımcı değil, hiç kimse güvence altında değildir ve sadece iktisadi ilişkiler değil, hiçbir siyasi ve gündelik ilişki sağlıklı kurulamaz, çünkü aidiyet duygusu zedelenmiştir. HDPlilere ve KHKlılara 2016’dan beri yapılan keyfi hukuksuzluk, “bize dokunmadığı sürece sorun yok” diyip susan laik Kemalistleri de içine aldı ve katma-değeri yüksek büyümeyi ve inovasyonları gerçekleştirecek yüksek eğitimli (çoğu laik) iş gücü de, özgürlükleri baskılandığı için ülkeyi terk etti.

Yani demokrasi ile büyüme, yatırım arasındaki ilişki, anaakımcıların sandığı üzere sadece sermaye üzerinden ve arz tarafından yürümüyor; emeğin ve talebin rolü çok daha belirleyici...

Son olarak şunu vurgulayayım:

Türkiye'nin büyümek için yabancı finansal sermayeye ihtiyacı yok. Dışardan alınan hammadde ve makina-teçhizatın da hepsi olmasa da önemli bir kısmı pek ala içerde de üretilebilir. Ki zaten, ülke ekonomisini 2002 sonrasında ithalat bağımlısı yapıp, enflasyonu kura bağlayıp, sonra da "cari açık veriyoruz kemer sıkmalıyız" diyen; bütçe gelirlerini de ithalata bağlayıp cari fazla verince bu sefer de "bütçe açığı arttı, denk bütçe için kemer sıkmalıyız" diyen anaakımcıların o çok övdükleri, "geri dönelim" dedikleri Derviş programı ile birçok üretim yapan tesis, özelleştirmelerle bertaraf edildi. Kağıt ve şeker fabrikaları bunlardan ilk akla gelenler.

Türkiye'nin yeterince güçlü iç talebi varsa (ki kamu yatırımları ve kamu istihdamı ile pek ala güçlendirilir), içerde bankaların yoktan yaratacağı kredilerle pek ala yatırım ve büyüme finanse edilebilir. Kamu yatırımları ve kamu istihdamı için de ne vergi ne de tahvil ihracıyla önceden para toplamak ihtiyacı var Hazine'nin. Kamu harcamasının kendisi para yaratır, sonra tahvil ve vergi ile fazla para geri emilir.

Türkiye'nin yabancı paraya ihtiyacı, içerde üretimi, büyümeyi finanse etmek için değil, kuru düşürmek içindir…

Özetle, "Tasarruf açığımız var, kemer sıkmalıyız" diyen anaakımcılar, ne tasarrufun yatırım harcamalarının ve cari denge ile bütçe dengesinin sonucu olduğunu kavrayabiliyorlar ne de ülkedeki demokrasinin ve insan haklarının düzeyine dair bir kaygıları var. Merkez Bankası'nın bağımsız olması ve yabancı sermayenin gelmesi dışında bir dertleri yok. Öyle olmasaydı, hukuksuzluk yapmaya devam edeceğini bildikleri hükümeti, yeni ekonomi yönetimine kendileri gibi ortodoks neoliberal olan kadroları atayınca ve faiz artırınca, övmek ve tebrik etmek için sıraya dizilmez, videolarla destek kampanyaları düzenlemezlerdi.

5 Kasım 2023 Pazar

Beni bloklayan anaakımcılar ve sebepleri- Tam liste (Güncellendi)

 

Açıkçası önceleri, yanlış teorilere dayanarak kemer sıkma ve yoksulluk önermelerine ve ‘egemen kibirlerine’ isyan eden bir konumda olmamdan ve bir heterodoks iktisatçı olarak dezavantajlı olmamdan ötürü ‘normal’ bulduğum bu sert ve sarkastik olduğunu kabul ettiğim üslubuma yönelik eleştirileri çok önemsemedim.

Soru ve eleştirilerimize yanıt verememelerine bahaneleri olarak kalsın istedim. Zira tonlarca yanılgıları içinde boğuşan onların da zihinsel bir konfora ihtiyacı var…

Fakat hem gerçekten sebebi anlamsızlaşan bloklamaları gittikçe artınca, hem de geçen ay Berlin’deki FMM Konferansı’nda denk geldiğim aklına ve vicdanına güvendiğim birkaç meslektaşımdan bu yönde eleştiriler alınca, tartışmanın ucunun ve aslının kaçırıldığını ve bana yönelik bu algının haksız olduğunu, önemsemem gerektiğini düşündüm. Dolayısıyla böyle bir liste yapmaya karar verdim.

Eleştirilerimde hiçbir hakaret yok. Yanılgılarıyla yüzleşmemeleri nedeniyle sıkça yaptığım “entelektüel haysiyet” vurgumun ise, entelektüel derdi olanlar için bir hakaret olmadığı berraktır.

Meslektaşını basit bir eleştirisi nedeniyle ignore etmek, bloklamak, asıl üslupsuzluktur. Oysa benim için 'akademik trol' diyenler (https://twitter.com/mmkubilay/status/1342798182011592705), hükümete kendilerinden katbekat daha açık muhalefet ettiğim halde "biat kültürü" (https://twitter.com/mahfiegilmez/status/1650889451940245504), "hükümete yanlıyorlar" diyenler kendileri idi. (Yeni hükümet kendilerinin pozisyonuna direksiyon kırıp kendilerinden olanları göreve atayınca videolar çekip destek kampanyaları yapanlar, hükümeti övenler, hükümetin çıkardığı savaş tezkerelerine destek verenler; imzacısı olduğum Barış Bildirisi'ni imzalayan akademisyenlere yapılanlara, HDPli ve diğer muhaliflere yapılan hukuksuzluklara, öğrencilerin sokakta tartaklanmasına ses etmeyen de kendileriydi. Bir önceki hükümetin yaptıklarının heterodoks iktisatla ilgisi olmadığını da defalarca vurguladık: https://twitter.com/ilhandogus/status/1665358695083941888)

Peki ben hiç yanılmadım mı? Elbette yanıldım ve her seferinde niye yanıldığımı da açıkladım:

1- Enflasyonun geçici olduğu konusunda Ukrayna Savaşı’nın patlak vermesiyle yanıldım: https://twitter.com/ilhandogus/status/1524386353496080385

2-    ABD’deki 2022’nin dördüncü çeyreğinde başlayan mevduatlardaki azalışın bütçe açığı-cari açık arasındaki farkın azalmasından dolayı olduğunu tahmin ettim, fakat 'mevduat kaçışı' (bank run) varmış bankalardan:  https://twitter.com/ilhandogus/status/1652360607872499718

3- ABD'de Mart ayında küçük bankalardan büyük bankalara mevduat akışı sonrasında büyük bankaların hisse ihraç ederek bu aşırı mevduatlardan kurtulacağını tahmin ettim, yanıldım: https://twitter.com/ilhandogus/status/1692867975353696674

4- Ekim 2021’de MB’nin faiz indirmeyeceğini sandım, 200 puan indirdi: https://twitter.com/ilhandogus/status/1451141724810657797

Peki onlardan yanıldıklarını söyleyebilen oldu mu hiç? Aksine, yanıldıkları konularda haklı çıktıklarını söylüyorlar. En başta da KKM, enflasyon-işsizlik ve faiz artışı-kur konularında..

Hangisi "KKM'nin dolarizasyonu düşüremeyeceğini, enflasyonu artıracağını iddia ettik ama yanıldık", "faiz artışının kuru düşüreceğini iddia ettik ama 6 aydır kur yükseliyor, yanıldık", "enflasyonun düşmesi için işsizliğin artması gerektiğini söyledik ama işsizlikle beraber enflasyon düştü, yanıldık" dedi?

Hiçbiri..

Ben bu durumda ‘entelektüel haysiyet’ hatırlatması yapmak hakkına sahibim.

Bana ve savunduğum teorik çerveceye yönelik böylesine varoluşsal ve çok temel eleştiriler ve çelişki vurgularına sessiz kalsam, yanılgılarımla yüzleşmesem ben de entelektüel haysiyet yoksunu olurum. O eleştirilerimi bu yazımda toparlamıştım. Hala bir yanıt yok: https://artigercek.com/forum/anaakim-iktisadin-celiskileri-uzerine-253988h

(Beni bloklayıp biz 3 heterodoksa yanıtlamaları için sorular yönelten Fatih Özatay, kendisine verdiğim bu cevaplara hala bir yanıt yazmadı: https://ilhandogus.blogspot.com/2023/09/fatih-ozatayn-kur-faiz-enflasyon.html )

Benim üslubumda bir sorun varsa, o da, itiraz ettiğim iddianın kime ait olduğunu etiketleyerek açıkça söylemem. Bunu sorun görebilirsiniz, fakat ben kaçak güreşmenin sorunlu olduğunu düşünüyorum. Çünkü iddiama güveniyorum ve düelloya davet ediyorum. Benden başka kimsenin yapmadığı, farklı ülkelerdeki enflasyon ve işsizlik rakamlarını gösterip anaakım iddianın yanlışlandığını gösteren twitlerime referans vermeden, “bazı arkadaşlar” diyen Mahfi Eğilmez gibi, ya da “ismi lazım değiller” diyen Fatih Özatay gibi kaçak güreşmeyecek kadar iddiama güveniyorum.

Son olarak: Önlerinde ceket iliklememizi bekliyorlar, biliyorum zira önlerinde ceket ilikleyen, heterodoks pozisyondan “ekonomiyi tamamen durdurucak, boğacak seviyeye kadar faiz artırılmalı” diyerek anaakım pozisyona geçen genç iktisatçıları aralarına aldılar- heterodoks iken kendilerine çok daha sert ve üslupsuz tarzda yazmış olmalarına rağmen. Ama ceket iliklemeden yanılgılarını yüzlerine vurmaya devam edeceğiz, çünkü bilim ceket ilikleyerek ilerlemedi, itiraz ederek ilerledi. Hegemonik mücadele hiç öyle olmadı...

Not: Bu listeye itimat etmeyenler, Twitter'dan bu sıraladığım isimlerin beni ne zaman blokladıklarına dair verileri isteyebilirler. O veriler ile linkini verdiğim twitlerimin tarihlerini karşılaştırabilirler.

*

Altuğ Özarslan- Hiç bir iletişimim olmadı, niye blokladı bilmiyorum.

Arda Tunca- Maaş artışı enflasyon yaratmaz iddiasının başından beri bize ait olduğunu hatırlattığım için- https://twitter.com/ilhandogus/status/1721222826974154893

Aykut Attar- Heterodoksların matematiği kötü olduğu için iş bulamıyorlar iddiasını yalanlayınca öyle söylediği twitlerini önüne serince blokladı -https://twitter.com/ilhandogus/status/1480993495036932098

Bilin Neyaptı- Ben Türk değilim Kürdüm dediğim için... Türklüğü üst kimlik sanıyor hala.- https://twitter.com/ilhandogus/status/1618167229803266049

Binhan Elif Yılmaz- Maliye profesörü olduğu için 'Hazine'nin Ponzi olduğu' yorumuna itiraz etmemi kabullenemedi galiba- https://twitter.com/ilhandogus/status/1587761546641526785

Burak Saltoğlu- Engellemedi fakat takipten çıktı, MMT'ye dair eleştirisinin MMT okumadan yapılmış olduğunu sergilediğim için- https://twitter.com/ilhandogus/status/1560660894337892352

Cüneyt Akman- Kendisinin sarkastik ve sert üsluplu eski twitlerini bulup, eleştirdikleri benim tarzımdan farkını sordum diye- https://twitter.com/ilhandogus/status/1570456450119663619

Ensar Yılmaz- KKM'nin enflasyon yaratacağı konusunda birbiriyle çelişen twitlerini hatırlattığım için- https://twitter.com/ilhandogus/status/1677339361572954113

Fatih Özatay- Kendisinin sarkastik ve sert üsluplu eski twitlerini bulup, eleştirdikleri benim tarzımdan farkını sordum diye- https://twitter.com/ilhandogus/status/1570456563357483008

Güldem Atabay- KKM'nin dolarizasyonu düşürdüğünü söylediği kendi programının linkini KKM'ye karşı çıktığı twitinin altına koyduğum ve maaş artışı enflasyon yaratır dediğini inkar etmesi üzerine öyle dediği yazılarının linkini gösterdiğim için- https://twitter.com/ilhandogus/status/1542262893323980800

Kerim Rota- Engellemedi fakat takipten çıktı, politika faizi artışının tahvil faizlerini düşüreceği iddiasının yanlışlandığını hatırlattığım için- https://twitter.com/ilhandogus/status/1694702233500143740

Mahfi Eğilmez- Yaptığı yoruma küçük burjuva anlayışı dediğim için, beni takip etmeye layık değilsiniz dedi- https://twitter.com/ilhandogus/status/1153340489678098432

Özgür Demirtaş- Referandum öncesi sattığı patlıcanlarla Evet yazan pazarcı genç ile dalga geçen tiwitinin altına kendisinin Türkiye uçacak dediği eski twitini koyunca- https://twitter.com/ilhandogus/status/1538563180405870593

Selva Demiralp- Mevduatı tek tasarruf aracı sanmasına, tasarrufun faizin fonksiyonu olduğunu sanmasına itiraz ettim diye- https://twitter.com/ilhandogus/status/1690722453608099840

Şenol Babuscu- KKM ödemeleri ile ilgili yaptığı hatalı hesaplamada kurun faizden fazla artması durumunda ödeme yapılacağını hatırlattığım için- https://twitter.com/ilhandogus/status/1522181946163486723

Tunç Şatıroğlu- Kasım 2022'de ABD'de enflasyonun yarım puan düşüşünün faiz artışı sayesinde olduğu yorumuna itirazım sonrası (Daha sonraları engeli kaldırmış)- https://twitter.com/ilhandogus/status/1592844116203040775

Uğur Gürses- Evrensel gelir'in tanımını yanlış bildiğini söyledim diye- https://twitter.com/ilhandogus/status/1571820594492231686 

Güncelleme:

Ali Hakan Kara-     "Ne zaman KKM konusunda yanıldık diyeceksiniz?" diye sorduğum için- https://x.com/ilhandogus/status/1768298646028566898?s=20

Şeref Oğuz-     "Yurtdışından bütçe açığını kapatmak için döviz ile borçlanıldığını sanacak kadar iktisat bilmeyen biri" dediğim için- https://twitter.com/ilhandogus/status/1758371016357597252

Selim Somcağ-     ABD'de enflasyonun para basmaktan kaynaklı olduğu iddiasına itiraz ettiğim için- https://twitter.com/ilhandogus/status/1759962614774239257

Burak Saltoğlu- Kredi ile Merkez Bankası'nın rezerv parası arasındaki ilişkinin ananakım teori tarafından anlatılanın tersi olduğu yönündeki iddiayı yanlış anladığını söylediğim için: https://twitter.com/ilhandogus/status/1784221367853793562


17 Ekim 2023 Salı

 12. Kalkınma Planı'ndaki tutarsızlıklar

12. Kalkınma Planı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın onayının ardından TBMM Başkanlığı'na sunuldu, 17 Ekim’de mecliste Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşüldü.

Gerçekçi olmayan varsayımlara dayalı neoliberal perspektife dayandığından bazı tutarsızlıklar barındırıyor. Bunları irdelemek istiyorum.

1- 2028’de Gayrisafi Yurt İçi Hasıla'nın (GSYH) 20 trilyon 820 milyar liraya, kişi başına gelirin 17 bin 554 dolara yükseltilmesi hedefleniyor denmiş.

Nüfus artmadığı varsayımıyla, Dolar-TL kurunun 13.9 olması demek, bu projeksiyon. Kuru bugünkü seviyesi olan 27.9’dan 13.9’a düşürecek bir faiz artışı ve metinde vurgulanan anti-enflasyonist sıkı para politikası, GSYH’yı 2022’deki 15 trilyon seviyesinden 2028‘de 20 trilyona taşıyacak 5 yıl boyunca yıllık yüzde 6 düzeyinde büyümeyi imkansız kılar.

Halihazırda zaten 4 aydır 3 katına çıkarılan faizler, dolarizasyona ket vurmayı başarmış olan KKM’nin tasfiyesi nedeniyle kuru düşürmeyi başarabilmiş değil.

2- Beş milyon ek istihdam ve işsizliğin yüzde 7,5'e indirilmesi hedefleniyormuş.

Geniş tanımlı işsiz sayısı Ağustos 2023'te 8 milyon 839 bin kişi. Şimdiye kadarki yüzde 1,21’lik nüfus artışı ile hesaplarsak, 5 yıl sonunda bu rakam 9.3 milyon olacak. Yani 4.3 milyon kişi daha işsiz olacak. Şu an 32 milyon olan işgücü sayısının 5 yıl sonunda yüzde 1,2 nüfus artış oranında 33,9 milyon olacak. Bu da işsizlik oranının hala yüzde 12,6 olması demek. Yani bu projeksiyon hesaplama açısından tutarsız.

Bu her iki tutarsızlık, Ocak ayında ilan edilen Altılı Masa’nın mutabakat metninde de vardı zira o metin de Mehmet Şimşek ile aynı neoliberal zihniyeti paylaşan ortodoks iktisatçılar tarafından yazılmıştı. (Mühdan Sağlam'a verdiğim mülakatta bu tutarsızlıklara vurgu yapmıştım.)

3- Cari işlemler açığının milli gelire oranının dönem sonunda yüzde 0,2 olarak gerçekleşeceği tahmin edilmiş, yanısıra kamu bütçesinin denk olacağı hedeflenmiş.

Fakat  “plan döneminde yurtiçi tasarrufların artırılması ve artan tasarrufların öncelikli sektörler ve üretken alanlardaki yatırımların finansmanına yönlendirilmesi temel amaçlar arasında yer alıyor.” denmiş.

Bu iki hedef birbiriyle tutarsız. Bütçe denk iken cari açık GSYH’nin yüzde 0.2’sı kadar olursa, özel sektörün tasarruf açığı da GSYH’nin yüzde 0.2’sı kadar olur. Yani yatırımın finansmanı için kredi ile yaratılan mevduatın (tasarrufun) bir kısmı cari açık yoluyla yurtdışına gidecek.

Özel sektörün tasarruf fazlası vermesi için bütçe açığının cari açıktan büyük olması lazım.

Yatırımların tasarruflarla fonlandığı sanılınca,  yoktan yaratılan kredi ile finanse edildiği kavranamayınca, haliyle cari açık ve denk bütçe durumunda özel sektörün tasarruf açığı vereceği idrak edilemiyor.

Bu idrak edilemediği için de, gelişmiş ekonomilerde şimdiye kadar finanşallaşmayı besleyip reel yatırıma ve büyümeye ket vurmuş olan Bireysel Emeklilik Sistemi’ni daha cazip hale getirmenin kalkınma planı ve hedefleri ile uyumlu olacağı sanılıyor. (Ayrıntılı tartışma için bu yazıma bakılabilir.)

Cidden acz içinde, acınacak bir ekonomi anlayışları var.

Ülkede tasarrufları artırmanın iki yolu var: Ya (Almanya’da olduğu üzere) bütçe fazlasının üzerine çıkan bir miktarda cari fazla verilecek ya da (ABD’de olduğu üzere) cari açığın üzerine çıkacak bir bütçe açığı. (Ayrıntılarını bu yazımda tartışmıştım.)

4- Tutarsızlıkların sonuncusu ve en önemlisi, yıllık yüzde 6 büyüme ve dış ticaret kompozisyonunu dönüştürmek, kamu yatırımları olmadan mümkün değil. Fakat kalkınma planına hakim olan neoliberal zihniyet, kamu yatırımlarına kategorik olarak karşı.

Kalkınma aslında ülkenin verili küresel işbölümündeki konumunu değiştirmeyi, üretim yapısını dönüştürmeyi hedefler. Böyle bir dönüşüm de, mevcut küresel işbölümünü sabitleyen neoliberal zihniyet ile mümkün değil. Önce o zihniyetten özgürleşmek gerekiyor kalkınmayı tahayyül edebilmek için.

 

23 Eylül 2023 Cumartesi

Negatif reel faiz ezberi üzerine kısa bir not

Enflasyonu düşürmek için işsizliği artırıp talebi baskılamak yönünde faiz artışı önerdiler anaakımcı iktisatçılar. Enflasyonun düştüğü ülkelerde işsizliğin de düşmüş olmasına rağmen bunu faiz artışına bağlamakta ‘entelektüel tutarlılık’ açısından bir sorun görmediler. İşsizliğin artıp enflasyonun düşmediği ülkeler içinse "reel faizler pozitif olmalı" bahnanesini uydurdular. Daha ilginci, Merkez Bankası politika faizi ile enflasyonun farkını baz aldılar.

Genelde Ocak ayı veya biraz öncesinden beri enflasyonun işsizlikle beraber düştüğü ülkelerde (ABD, Kanada, Güney Kore, Brezilya, Şili, Türkiye, İspanya, Estonya, Litvanya, Letonya, Belçika, Hollanda, Danimarka, Polonya vs) reel politika faizinin o sırada ve sonraki aylarda negatif olmasına rağmen bunu söyleyebildiler.

Ne de olsa meydan boş, kimse meydan okuyamıyor kendilerine. Meydan okuyanları da blokluyorlar ya da görmezden geliyorlar.

"Niye illa MB faizi pozitif olmalı?" diye sordum defalarca, hala yanıt yok.

Madem cevap alamıyorum, kendi sorduğum soruya, onların akıl yürütmeleri ve teorik önermeleri içinden kendim yanıt vereyim:

Reel faiz negatif olunca harcamaların arttığını varsaydıklarından dolayı, harcamaların kısılması için reel faizin pozitif olmasını öneriyor olmalılar.

Çünkü tasarrufu temel olarak faizin fonksiyonu sanıyorlar. Hatta, tek tasarruf aracının mevduat olduğunu sanıyorlar. Selva Demiralp röportajında öyle söylüyordu.

Fakat gelir ve servet dağılımı eşitsizliğinin şuanda ve yıllardır çok yüksek olmasından ötürü bu önermenin gerçekte bir karşılığı yok çünkü tasarruf edebilen üst gelir grubunun harcama eğilimi düşük, tasarruf eğilimi yüksektir. Reel mevduat faizi negatif de olsa, zaten tüm ihtiyaçlarını enflasyondan daha hızlı artan gelirleri ile karşılayan bu üst gelir grubu yine tasarruf edecektir ve mevduat dışındaki diğer finansal varlıklara yönlendireceklerdir. Alt gelir grubu ise tasarruf edemeyecek kadar düşük bir gelire sahiptir ve gıda, barınma, elektrik-su-doğalgaz gibi temel ihtiyaçlarını ancak karşılayabilmektedir. Kimi harcamalarını tasarrufları ile finanse edebilecek olan orta sınıf ise erimiştir.

Türkiye’de tüketim harcamalarının %59’unu en zengin %40 yapıyor:

 

Dahası, talebi düştüğünde fiyatı düşürülen sermaye-yoğun üretilmiş, stoklanabilen ve yeniden üretilebilen dayanıklı tüketim mallarının harcamalar içindeki payı yoksulluk nedeniyle Türkiye’de düşük ve işsizlikle beraber daha da düşer.

Enflasyonun talep değil, arz kısıntıları ve aşırı kar kaynaklı olduğu gerçeğini hala kavrayamamış olanların bu tür ince ayrıntılar hakkında tefekkür edebileceklerini beklememek lazım galiba?

Peki vatandaş tasarrufunu mevduat faizine mi koyuyor, MB politika faizine mi?

İşte burada berraklaşıyor, niye anaakımcıların MB faizini baz aldıkları.

Bakalım Türkiye’nin ve örnek olarak gösterdikleri ABD’nin reel mevduat faizlerine:

 

Kaynak: MB verilerinden kendi hesaplamalarım.

1- Türkiye’de 3- aylık reel mevduat faizleri, liyakatlı ortodoks yeni kadro faiz artırmadan önce Haziran'da pozitif. (6 ay ve daha uzun vadeli mevduatların faizlerine bakılmalı" diyecek olanlar çıkabilir. Hem 4 ay ve üzeri mevduatların payı %11 gibi oldukça düşük hem de diğer vadelerde Haziran ayında negatif reel faiz.) Burada üç ilginç nokta var:

a) KKM’den çıkışlar nedeniyle kur ve enflasyon artınca yine negatife dönüyor reel mevduat faizi. Reel pozitif faiz verelim diye faizleri artırıyorlar, ama bu eylemleri, reel faizleri daha da negatif yapmakla sonuçlanıyor. Tam komedi…

b) Türkiye’de Kasım 2002’den Temmuz 2023’e kadar enflasyon düşüyordu ve Haziran ayına kadar reel mevduat faizi negatif idi. İddiaları yine çürüyor.

c) Bakalım Haziran ayında tüketim harcamalarının yıllık değişim oranı, reel mevduat faizi pozitif olduğu için negatif mi? Hayır, pozitif: +29,28%.

Bu iddiaları da çürük çıktı.

 


2- "Reel faiz pozitif olduğu için enflasyon düştü" dedikleri ABD'de reel mevduat faizleri hep negatif. Fed faizi ise Nisan’dan sonra enflasyonun üzerine çıktı fakat ABD’de enflasyon Temmuz’dan beri düşüyor. ABD’deki bankaların likidite fazlası olduğu için, bankalar Fed politika faizlerindeki artışı kredi faizlerine yansıtırken, mevduat faizlerine yansıtmamış.

Yani ABD ile ilgili argümanları da çürük.

Sırrı Süreyya Önder’in sözü anaakımcılar için geçerli: Bildiğiniz yanıldığınıza yetmiyor.