Faiz artışlarına rağmen kur ve enflasyon neden düşmedi? Yeni açıklama: Portföy etkisi
Seçimden önce Nisan 2023’te artıgerçek için kaleme aldığım “Seçimden
sonra Türkiye ekonomisi” başlıklı yazımda Fed faiz artırırken faiz
artırarak Türkiye'ye finansal yabancı sermayenin çekilemeyeceğini yazmıştım. Öncesinde ve
sonrasında da sıkça, ülkenin kur-faiz sarmalına sokulacağını ifade ettim.
Faiz Haziran 2023‘te artırılmaya başlandığında Dolar-TL kuru 22
düzeyindeydi. Bugün faiz 45’e getirildiği halde kur 32 düzeyinde. Hem paranın
içselliği meselesini anlamadıkları için yanlış anlayıp karşı çıktıkları KKM’den
çıkıldığı için hem de TCMB döviz rezervlerini restore etmek için piyasadan
döviz topladığı için ve yabancı sermaye de beklediklerinin aksine gelmediği
için hem kur hem faiz yükseldi.
Bunu sadece bir beceriksizlik olarak okumak mümkün mü?
Sanmam…
1980 sonrası neoliberal dönemin iktisat politikası, özellikle de merkez bankacılığı, tekelleşmeyi ve finanşallasmayı beslemeyi hedefliyor. Bunu daha önce yazdım. Özetle: Faizi artırırken bilançosu kırılgan küçük-orta ölçekli firmaları iflasa sürükleyerek ve faizi düşürürken de varlık balonları yoluyla şirket satın almalarını ve şirket evliliklerini tetiklemekle tekelleşme artırılıyor. Faiz değişiklikleri sayesinde finansal spekülasyonlara meydan vererek de finansallaşma besleniyor. Ayrıca hem kuru hem faizi artırarak Türk lirasını ve Türk tahvillerinin fiyatlarını dip yaptırmak suretiyle küresel finans sermasine çifte kar maksimizasyonu imkanı sağlamak amaçlanıyor.
Bu faiz artışlarına rağmen kurun düşmemesi durumu sadece Türkiye için
değil, Arjantin ve Güney Afrika için de geçerli.
Şimdi bu kadar sert faiz artışlarına rağmen neden kurun düşmediğine yeni bir açıklama getirmek istiyorum.
Uluslararası finansal şirketlerin portföylerinde çok daha büyük miktarda,
trilyon dolar düzeyinde ABD tahvili var. Zira ABD Hazinesi de faizleri kontrol etmek için yüksek miktarda tahvil ihraç ediyor: Kamu borcu, GSMH’nin %130’u
kadar. Türk devletinin tahvilleri uluslarası finansal şirketlerin
portföylerinde bu kadar yüksek bir paya sahip değil ve piyasada ABD tahvili
kadar Türk tahvili de yok zaten.
Hal bu iken, Fed‘in politika faizini %1 kadar arttıracağı beklendiğinde,
böyle bir beklenti yaratıldığında, 100 milyon Dolar kadar ABD tahvili alan
yatırımcı, 1 milyon Dolar getiri elde eder.
TCMB politika faizini %5’ten %55’e, %50 kadar, yükselteceği sinyali
verdiğinde portföyüne 100 bin TL kadar Türk tahvili alan yatırımcı ise 50 bin
TL kazanacak.
100 milyon Dolar nerede, 50 bin TL nerede?
Yani kar olarak yüzdelik oran değil, miktar belirleyici…
O nedenle yabancı yatırımcı, Fed faiz indirmeye başladığında gelişmekte
olan ülkelere akar ancak. Çünkü düşük faiz hem spekülatif borçlanmayı (=var
olan finansal varlıklardaki pozisyonları finanse etmek üzere borçlanmak)
tetikleyecektir hem de faiz indirildiğinde fiyatı artacak olan elindeki ABD
tahvillerini satarak karını realize edecektir.
Bunları düşünmeden, bilmeden “faiz artışı lazım illa, faiz artışı” diyip
duruyorlar. Üstelik en acil ve en etkili çözüm olarak sunuyorlar.
Sonra dedikleri olmayınca ve kur ve enflasyon düşmeyip artınca da, „faiz kademeli
artırıldığı için kur düşmedi” (8 ayda %8’den %45’e yükseltildiği halde bunu
diyebildiler), „yapısal reform yapılmadığı için kur düşmedi“ (sanki aslında
emek piyasasının güvencesizleştirilmesi olan ve etkileri 5-10 yıl sonra
görülecek olan yapısal reformlar faiz artışından önce yapılsaydı bu sefer de
„geç kalınıyor faiz artışı için“ demeyeceklermiş gibi) şeklinde bahaneler
uydurdular.
Bir diğer bahaneleri, reel
mevduat faizleri pozitif olmadığı için enflasyonun düşmediği. Sanki “faiz
artışları sayesinde enflasyonu düşürdüler” dedikleri ülkelerde reel mevduat
faizleri pozitif idi ve o ülkelerde tasarruflar
artmış gibi. Sanki tek tasarruf aracı mevduatmış, borsa yokmuş gibi. Sanki
tasarruf edebilen üst gelir grubunun tasarruf kararlarında reel faizin bir rolü
varmış gibi, utanmadan bunu yazabildiler.
Bahane uydurmaktaki performanları, hayranlık uyandırıcı. Faiz artışları ve
enflasyonun temel belirleyicisi dedikleri ve liyakatlı MB kadroları tarafından
yönetilir dedikleri enflasyon beklentileri enflasyonu düşüremeyince, bu sefer
de bizzat faiz artışının sebep olduğu bütçe açığındaki artışı enflasyonun
artışına sebep olarak gösterdiler ve “parasal sıkılaşma yetmez, mali sıkılaşma
da gerekli” demeye başladılar.
Hem 2023 Ocak ayından 2024 Ocak ayına devletin faiz giderleri %467 artmış,
giderlerdeki payı da %6'dan %15'e çıkmış olduğu halde ve faiz artışları hem
ekonomik aktiviteyi daralttığı için hem de Türk devletinin vergi gelirinin büyük
bir kaynağı olan ithalattan
sağlanan vergileri düşürdüğü için bütçe açığı artmış olmasına rağmen; ve
sanki aşırı bir kamu harcaması artışı varmış gibi, ve bütçe açığı ile yaratılan
para, toplam para arzının hepi topu %2’si
kadar değilmiş gibi bu önermeleri savunabildiler. Yoksulluğun artışını
eleştirirken enflasyonu aşırı talebe bağlamaktaki abesliği görmeyecek kadar
objektifler, bilimseller.
Biz heterodokslara isim vermeye cesaret edemeden yönelttikleri sorularında
„kuru ve enflasyonu düşürmek için faiz artışı dışındaki acil hemen çözümünüz
nedir?“ derken faizin etkisinin hemen görüleceğini söyleyip, yanıldıklarında ise "gecikme etkisi“ bahanesine sığınıyorlar. Fed faiz indirdikten sonra
uluslarası finansal sermaye Türkiye dahil gelişmekte olan ülkelere ‚çifte kar‘
yapmak üzere akmaya başlayınca bunu faiz artışının başarısı diye sunmaktan da
geri durmayacaklar. Meşrepleri bu çünkü..
2 yorum:
Hocam portföy etkisi tam olarak nasıl vuku buluyor ?
Porföyünüzde 50000 TL kadar A sirketinin hissesi ve 100 TL kadar B sirketinin hissesi var.
A sirketinin hissesi %1 artiyor. Kazanc miktariniz: 500 TL.
B sirketinin hissesi de %100 artiyor. Kazanciniz: 100 TL.
Yorum Gönder