11 Mayıs 2024 Cumartesi

Firmalar-arası bölüşüm çatışması, enflasyon, mali disiplin ve bir vergi önerisi

Enflasyonun işçiler ve sermaye arasındaki bölüşüm çatışması boyutuna odaklandık şimdiye değin. Yanlış değil, fakat eksik. Zira firmalar-arası ve işçiler-arası bölüşüm çatışmaları, işçi-işveren arası çatışmayı da belirliyor.

Enflasyonun kök sebebi olarak addettiğimiz ‘gelir üzerindeki çatışma’dan kastedilen şudur:

Bir tüketim malının fiyatı arttığında, o ürünü tüketenler tüketim miktarını korumak amacıyla gelirlerini artırmak için ya kendi ürünlerinin satış miktarını ya da  ürünlerinin fiyatlarını artırmaya çalışırlar. Örneğin artan enflasyon karşısında alım gücü eriyen işçiler ücretlerini artıramazlarsa ikinci bir iş yaparak emek arzlarını artırırlar yaşam standartlarını korumak için.

Eğer (ulusal) gelir (üretim) artırılamazsa, taraflar pazarlık güçlerince verili gelirden aldıkları payı artırma yarışına girişirler ve bu da fiyatlara yansır. Verimlilik artışı sayesinde üretim arttıkça sarsıcı bir fiyat artışı yaşanmadan taraflar gelirlerini artırabilirler.

Burada kritik olan, fiyatlarını belirleme gücüne sahip olanlar, sektörlerini domine eden büyük firmalardır. Küçük ve orta ölçekli firmalar hem piyasadaki fiyatı veri olarak alırlar hem de maliyetlerindeki artışları büyük firmalar kadar fiyatlarına yansıtamazlar. Bunun sebebi de büyük firmaların müşterileri orta-üst gelir grubundan müsteşekkil iken, küçük firmaların müşterilerinin orta-alt gelir grubu olmasıdır. Üst gelir grubunun talebinin fiyat esnekliğinin alt gelir grubuna göre düşük olması, büyük firmaların fiyatlarını daha rahat artırabilmesine imkan tanır.

Ingiltere'de firma büyüklüklerine göre kar payı (markup). Kaynak: Bank of England

Bir diğer önemli faktör, büyük firmalar daha büyük kapasite ile ve daha sermaye-yoğun teknik ile çalıştıklarından (yani maliyetleri içinde sabit maliyetlerin payı daha yüksek olduğundan), üretimlerini artırdıkça birim maliyetlerini daha çok düşürebilirler.

Enflasyon sorunu da tam bu noktada, üretimin artırılamadığı arz kısıtları durumlarında nüksediyor. Firmalar arzı ya artan talebe cevap verecek kadar ya da artan girdi maliyetlerini daha yüksek üretimle absorbe edecek kadar artıramadıklarında fiyat artışına giderler. Büyük firmalar da piyasa güçleri ve ürünlerine olan talebin düşük fiyat esnekliği ölçüsünde artan fiyatları bahane ederek kar marjlarını artırma fırsatını değerlendirirler. Örneğin 2005’te petrol fiyatları çok yükseldiğinde önde gelen küresel finans şirketlerinin ve iktisatçıların “1971 petrol krizinin benzeri yaşanacak” şeklindeki öngörüleri gerçekleşmedi, çünkü 2005’te dünyada ithalatı ucuzlatacak şekilde Dolar endeksi düşüyordu ve Çin faktörünün yanısıra firmaların daha yüksek bir atıl kapasiteleri vardı ve artan üretime yedirebildiler maliyet artışlarını. Fakat 1971’de kapasite kullanım oranları çok yüksekti ve daha fazla üretim artışı pek mümkün değildi. 2022’deki Ukrayna İşgali’nin tetiklediği petrol fiyatlarındaki artış da tedarik sorunlarından ötürü üretim artmadığından daha yüksek üretimle absorbe edilemediği için fiyatlara yansıdı.

Bir diğer kritik husus, eğer ürüne talebin fiyat esnekliği düşükse, daha yüksek fiyata daha az miktarda satıldığı halde daha yüksek hasılat yapabilir bir firma çünkü talep miktarı fiyat artışı kadar düşmeyecektir. Talebin fiyat esnekliği yüksekse, fiyat düşürerek daha çok satarak hasılatını artırabilir fakat burada karlarının artıp artmayacağı maliyet kompozisyonuna bağlı. Eğer emek, hammadde, enerji gibi değişken maliyetlerin toplam maliyetler içindeki payı yüksekse, yani emek-yoğun üretim yapıyorsa, üretim miktarını artırması birim maliyetini pek düşürmeyecektir. Bu durumda hasılatının artması karının artmasını ima etmeyecektir.

Bu ikilem, firmaları taleplerinin fiyat esnekliğini düşürecek olan müşteri bağımlılığı, reklam, pazar araştırması gibi yeniliklere ve maliyetlerinde de değişken maliyetlerin payını düşürecek üretim teknolojisinde ilerlemelere yönlendirir. Toplam hasılat eğrisi talebin fiyat esnekliğinin düşürülmesiyle daha dikleştikçe ve toplam maliyet eğrisi de sabit maliyetlerin payının artmasıyla düzleştikçe (eğimi düştükçe), toplam hasılat ve toplam maliyetin eşitlendiği başa baş noktası daha da düşürülecektir. Daha düşük bir başa baş noktası, hem daha yüksek bir kar marjini mümkün kılar ve daha erken bir üretim noktasından itibaren kar yapmaya başlamayı hem de fiyat düşürerek başa baş noktası daha yüksek olan rakip firmayı alt etmeyi mümkün kılar. Açık ki, bu inovasyonları yapabilen büyük firmaların hasılat eğrileri daha dik, maliyet eğrileri daha düzdür, dolayısıyla başa baş miktarları daha düşüktür. Sadece sabit maliyetleri görece daha yüksek olduğundan başa baş fiyatı daha yüksek olabilir.

Büyük firmaların bu talep yapıları ve maliyet yapıları sayesinde gerçekleştirdikleri aşırı karlarının son dönemde yaşanan enflasyondaki yükselişine katkısını IMF bile kabullendi. Fakat bu büyük firmaların sebep olduğu enflasyonu düşürmenin maliyeti sadece işçilere değil, küçük ve orta ölçekli firmalara da ödetiliyor, enflasyonun talep kaynaklı olduğu iddiasına dayanarak uygulanan faiz artışları ve kemer sıkma politikalarıyla.

Soru basit: Hangi firmaların müşterileri kemer sıkma politikaları karşısında gelir kaybına uğrayıp taleplerini kısmak zorunda kalacaklar?

Elbette, küçük ve orta ölçekli firmaların. Büyük firmaların üst gelir grubu müşterileri, zaten tasarruf edebileek kadar yüksek gelire sahipler ve taleplerinin fiyat esnekliği de gelir düzeylerinden ötürü düşük.

Hangi firmaların borçlarını artan faizler nedeniyle çevirememe sorunu ile karşı karşıya kalıp üretimlerini ve istihdamlarını kısma ihtimali daha yüksek?

Elbette, küçük ve orta ölçekli firmaların.

Yani küçük firmalarda çalışan işçiler işlerini kaybedip yine küçük firmalardan satın aldıkları malları daha az satın alacaklar.

Büyük firmaların satışlarında azalma, istihdamlarını kısma ve dolayısıyla (eğer aşırı özgüvenlerinden kaynaklı aşırı borçlanmaya gitmemişlerse) bilançolarının sarsılma ihtimali daha düşüktür çünkü büyük firmaların hasılat kaybı durumunda ayakta kalma kapasitesi daha yüksektir.

Özetle, büyük firmaların sebep olduğu enflasyonun bedelini sadece işçiler değil, yanısıra küçük firmalar da ödemektedirler. Küçük ve ortak ölçekli firmalar bu kemer sıkma politikaları ve faiz artışlarıyla iflas ettikçe, büyük firmaların da pazar payları ve tekelleşme artar.

Peki enflasyonun kök sebebi gelir üzerindeki çatışma ise, çözümü nedir?

Çözüm, bu çatışmanın hükümetçe dezavantajlılar lehine modere edilmesidir. Nihayetinde enflasyonla mücadele sadece enflasyonu düşürmek değildir, enflasyon altında ezilen insan sayısını da azaltmaktır.

Bunun iki önemli enstrümanı da maliye ve gelirler politikalarıdır.

İşsizlik maaşının miktarını ve süresini artırmak, faydalanma kriterlerini yumuşatmak gelirler politikası kapsamındadır. Daha yüksek işsizlik maaşı, iş kaybından kaynaklı talep düşüşünü engelleyerek işsizliğin işsizliği artırmasına da ket vurur.

Asgari ücreti artırmak ve kamu istihdamını ve ücretlerini artırmak da özel sektördeki ücretlere yukarı yönlü destek sunar. Arz kısıtı sorunları yoksa ve piyasa yeterince rekabetçiyse, ücret ve gelir artışının tetiklediği talep daha fazla üretimle karşılık bulacaktır. Verimlilik artışının altında kalan ücret artışı, sorun olacak kadar yüksek bir enflasyona sebep olmaz. ABD’de pandemi öncesi düşük enflasyona ücretlerin katkısı %68 düzeyinde iken, pandemi sonrası yüksek enflasyona katkısı %7 kadar.

Enflasyonu düşürmeye yönelik maliye politikası ise, ulaşım, barınma, eğitim, sağlık gibi temel hak ve ihtiyaçların kamu tarafından ücretsiz veya çok ucuz sunulmasının yanısıra aşırı-kar fiyatlaması yapan büyük firmalara dönük vergilendirmeyi kapsar. (Bir önceki yazıda kiraların devlet tarafından ödenmesinin imkanlarını tartışmıştım.)

1 yıldır bir işe yaramayan faiz artışından çok daha etkili olabilecek bir diğer yaratıcı öneri de firmalara, fiyatlarına yansıtmadıkları maaş artışları kadar vergi indirimi sağlamak olabilir. Bu sayede, ücretleri baskılamak için bahane olarak kullandıkları ama aslında yüksek kapasite kullanım oranı ve yüksek sendikalaşma durumunda olabilecek ücret-fiyat spiralı riski de bertaraf edilmiş, enflasyon baskılanmış olur.

Ücretleri artan işçiler, gelir düzeylerinden ötürü harcama eğilimleri yüksek (tasarruf eğilimleri düşük) öldüğündan daha çok harcadıkları takdirde kurumlar vergisi topla(ya)mayan devlet de zaten vergi gelirlerini dayandırdığı KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilerden daha çok toplayacaktır. Fiyatlara yansıtıldığında artacak karlara mukabil bir kurumlar vergisini toplayamadığından, ücretlilerin harcamasıyla daha çok dolaylı vergi toplayacaktır, obsessive düzeyde takıntı yaptıkları bütçe açığı da düşecektir. Vergi toplayamasa bile, harcamak için vergiye ve borçlanmaya ihtiyaç duymayan devlet için çok bir sorun yok, yeter ki bütçeyi sosyal refah çerçevesinde kullanmayı engellemek için uydurulan ‘mali disiplin’ ve ‘denk bütçe’ adı altında KDV, ÖTV, benzin, elektrik vs. zammı yapılmasın.

Bu neoliberal tasarımıyla ‘mali disiplin’e itiraz etmek, paranın yoktan yaratıldığını kavrayamayanların itiraz diye sunduklarını sandıkları “önüne gelene para dağıtılsın” demek değildir; halihazırda zenginler lehine tasarlanan bütçenin ve para politikasının, madunlar lehine tasarımını ve disipline edilmesini savunmaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder